İzleyiciler

10 Temmuz 2020 Cuma

Sesini Tüm Dünyaya Duyuran Güçlü Bir Kadın: "Artemisia GENTILESCHI"

Merhaba sanatsever blog okurları :) Bugün mücadelesine, sanatına, sanatçılığına, aklına, üslubuna büyük hayranlık duyduğum muazzam bir kadın olan "Gentileschi"den bahsedeceğim. Hikayesini ilk duyduğumda çok etkilenmiştim ve araştırırken Gentileschi'nin "Holofernes’in Başını Kesen Judith" çalışmasını Caravaggio'yla karşılaştırmıştım. İkisi arasında bariz olarak gördüğüm fark Judith'in yüzündeki öfkeydi.. Caravaggio'nun eserlerini her zaman kusursuz ve büyüleyici bulmama rağmen, belki Gentileschi'nin yaşamını öğrenmiş olmanın duygusallığıyla baktığımdan olsa gerek bu kez Gentileschi'nin eserindeki ifadeler beni daha çok etkiledi. Aşağıda bunlara ayrıntılı bir şekilde yer vereceğim ancak hemen öncesinde Artemisia Gentileschi'yi tanıyalım. Keyifli okumalar.. :)


Simon Vouet - Artemisia Lomi Gentileschi'nin portresi, 1623-1626

Artemisia Gentileschi Kimdir?

Bulunduğu dönemde kadının var olma mücadelesinin simgesi olan Artemisia Gentileschi, 1593’de Roma'da doğdu. Kadın olduğu için sanat okullarında eğitim alamayan Gentileschi, İlk eğitimini Caravaggio çizgisinde barok bir ressam olan babası Orazio tarafından aldı. O dönem Avrupa’sında Anatomi ve nü çizimler uygun görülmediği için kadın ressamlar genelde natürmort çalışmalar yapıyordu. Fakat Gentileschi bu durumun aksine işlediği mitolojik ve dinsel konularda figürlerini çıplak olarak resmediyordu.

Sanatçı, resimlerinde yer alan kadınları ise güçlü kendinden emin ifadelerle yansıttı. Babası Artemisia’nın perspektif eğitimi alabilmesi için Floransalı manzara ressamı olan Agostino Tassi ile anlaştı. Fakat o zaman daha 19 yaşında olan Gentileschi, Tassi’nin tecavüzüne uğradı. Babası Tassi’yi mahkemeye verse de bir sonuç alamadı. Artemisia, Bunu sanatında adeta bir silaha çevirerek tepki verdi. İncil’deki Judith öyküsünü pek çok kez resmetti. Bu çalışmalarında Judith’i, Holofernes’i kılıçtan geçirirken çizdi. Resimde güçlü hizmetkârları Holofernes’i tutarken, diğer kadın boğazını kesiyordu. Kanın etrafa sıçradığı sansasyonel bir resimdi bu çalışma. 










Judith Slaying Holofernes, 1613 - Artemisia Gentileschi


Judith Beheading Holofernes, 1598 - Michelangelo Merisi Caravaggio 

Davadan sonuç alınamaması ve Roma da yayılan dedikodular yüzünden Artemisia Gentileschi, 1612’de ressam Pietro Antonio Satiattesi ile evlenerek Floransa’ya taşındı. Floransa’da kaldığı zamanlar da eğitimine devam eden Gentileschi, aynı zamanda Medici ailesinin beğenisini kazandı ve pek çok soyludan siparişler almaya başladı. 1616’da Academia del Disegno akademisine ilk kadın üye olarak kabul edildi. Cenova, Venedik ve Roma gibi şehirlerde bir süre çalışan sanatçı daha sonra 1630 yılında Napoli ’yerleşti. Gittikçe ünü yayılan Artemisia, öyle ki İspanya Kralı IV.Feliipe’den dahi sipariş aldı.

Dönemin ahlak anlayışına uymadığı için eleştirilen Artemisia Gentileschi, çalışmalarında engellemeler ve kısıtlamalarla karşılaşsa dahi sürekli mücadele etti ve inandığı yoldan geri dönmedi. Yirmili yaşlarda yaşadığı trajik olaylar nedeniyle Gentileschi, çalışmalarında şiddet sahnelerine sıkça yer vermiş ve yaşadığı acıları, duyguları resimlerine eklemiştir adeta. Holefernes’in kafasını kesen Judith adlı çalışmasında ne kadar Caravaggio’nun aynı konulu çalışmasından etkilendiği söylenilse de kompozisyona baktığımız da çok daha farklı bir sahne karşımıza çıkar.

“Judith ve Holofernes” İncil’de geçen bir temadır. Bethulia şehri Asur ordusu tarafından kuşatılır. Bu şehirde yaşayan güzel ve zengin bir dul olan Judith, yanına hizmetçisi Abra’yı da alarak düşman karargâhına girer ve kışkırtıcı kıyafet ve tavırlarıyla komutan Holofernes’in dikkatini çekmeyi başarır. Holofernes, o gece kadını baştan çıkarmak amacıyla bir ziyafet düzenler ve sonunda içkiden sızıp kalınca, judith adamın kılıcını alarak başını gövdesinden ayırır ve kesik başı alıp şehre geri döner. Ertesi sabah, Asur askerleri generallerinin öldüğünü görünce kuşatmayı kaldırıp çekilirler; böylece şehir kurtulmuş olur ve Judith de kahraman ilan edilir. Caravaggio’nun Judith’i, şık giyimli genç bir kadındır ve kılıcı alışık olmadığı bir ev işini yaparken hanımefendi edasıyla, yüzündeki tiksintiyle ve güç olan işleri kolaylıkla yapar vaziyette karşımıza çıkar. Zaten yaşlı olan hizmetçisi Abra olaylara karşı bir direnme sergilemez efendisinin yanında öylece durur.

Artemisia Gentileschi’nin Judith’i ise, daha olgun ve fazlasıyla cesur bir kadındır. Sıkıca ve kararlılıkla tuttuğu kılıcıyla güçlü kadın imgesi verir. Hizmetçisi olan Abra daha gençtir burada ve sahibine yardım eder. Holofernes’in göğsüne bastırarak kımıldamasına engel olur. Holefernes ise kollarıyla iki kadına direnmeye çalışmaktadır. Kesilen boynundan fışkıran, yatağa akan kanlar olayın şiddetini daha da belirginleştirir.

Sanatçının bu çalışmasında Holofernes’in yüzünü Tassi’yi model alarak oluşturduğu söylenir. Artemisia için Caravaggio’nun Judith kahramanını çok pasif ve duygusuz bulduğu söylenir. Boğazını keserek bir erkeği öldüren kadının yüz ifadesini ve duruşunu gerçekçi bulmaz ve Caravaggio’nun, bir kadının ruh haline odaklanamadığını düşünür. Ve kararını verir. “Ben, Kadının Düşüncelerini Resmetmek İstiyorum” Aslında Floransa Uffizi Galerisi’nde sergilenmekte olan bu yapıt, 400 yıl öncesinden günümüze ulaşan bir intikamın öyküsüdür.

Sanatçının bugün bilinen 34 adet tablosu bulunmaktadır. Fransız yönetmen Agnes Mertlet’in yönettiği Artemisia adlı 1977 tarihli film, görüntü açısından beğenilse de Artemisia ve Tasso’nun aralarında yaşananları romantik bir şekilde verdiği için ticari amaç güdüldüğü düşünülmüş ve çok ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Sanat tarihinde ismi pek anılmayan Artemisia Gentileschi, yaptığı çalışmalarla ataerkil yapının aksine kadınları güçlü, cesur göstererek feminist sanatçılar kervanına katılmış ve dönemin algısına adeta başkaldırmıştır.







Kaynak: www.sanatkaravani.com

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Server Demirtaş ve Kinetik Heykelleri

Ben Server Demirtaş'la ve çalışmalarıyla geç tanıştım ama tanımadığım yıllara inat daha büyük saygı duydum. Çok yakın bir arkadaşımın Server Demirtaş'ın çalışmasını yollamasıyla araştırmaya başladım, sonrasında takip etmeye devam ettim. Üstad'ın yaptığı işlere o kadar büyük bir hayranlık duyuyorum ki anlatabilmem mümkün değil. Hala tanımayanlar varsa endişesiyle bu başlığı açmaya ve her şeyi paylaşmaya karar verdim. 
O halde zaman kaybetmeden başlayalım. 😊



Server Demirtaş

1957 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Server Demirtaş, 1977 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girer. İsmi daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülecek Akademi’de Devrim Erbil atölyesinde eğitim alan sanatçı, 1984 yılında mezun olduktan sonra Türk soyut sanatının önde gelen isimlerinden Adnan Çoker ile ortak çalışmalarda bulunur. Resim bölümünden mezun olmasına rağmen; gerek eğitim süreci gerekse daha sonrasında gerçekleştirdiği çalışmalarda üçüncü boyutun olasılıklarını arayan ve kendini her zaman bir heykeltıraş olarak konumlayan Demirtaş’ın ilk dönemlerinde gerçekleştirdiği, gazeteleri PVC’yle kaplayıp katmanlardan oluşturduğu üç boyutlu yerleştirmeleri dönemi için öncü ve ses getiren çalışmalardır. 1987 yılında Mimar Sinan Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve dönemin en yenilikçi çağdaş sanat sergisi olan “Yeni Eğilimler Sergisi”nde Başarı Ödülü alan sanatçı, 1989 yılında bir diğer önemli sergi olan “Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi”nde Resim Heykel Müzesi Jüri Ödülü’nü kazanır.



Demirtaş’ın sürekli değişimi arayan yenilikçi sanat anlayışı 1997 yılında farklı makine parçalarını bir araya getirerek oluşturduğu hareketli heykeller dönemini başlatır. Hiçbir mühendislik eğitimi almayan sanatçının oldukça uzun süreçler gerektiren mekanik heykelleri, Türkiye’de kinetik heykel sanatının önemli örneklerindendir. Demirtaş’ın heykellerinin oluşum aşamasında kullandığı otomobil cam sileceğinden, bisiklet frenine değin uzanan hazır malzemelerin, sanatçının buluşu olan yöntemlerle bir araya getirilerek çarklar aracılığıyla hareketi sağlaması, 12. yüzyılda El Cezeri’nin robotlarından, 15 ve 16. yüzyılda Leonardo da Vinci’nin makinelerine ve 20. yüzyılda Jean Tinguely’nin kinetik heykellerine kadar uzanan bir yolculukta bilim ile sanat, teknoloji ile insan gibi ilişkiler üzerine yeniden düşünmemizi sağlar. Günlük hayatın hızı içinde yakalanamayan ve gittikçe mekanikleşen bir takım insani duygular, Demirtaş’ın mekanik heykellerinde adeta ağır çekime alınarak etkileyici bir gerçeklikle izleyiciye aktarılırken, heykeline can vermek isteyen Pygmalion efsanesinden beri süregelen ‘sanatçı ve yaratıcılık’ arasındaki ilişkiyi de gözler önüne serer.




Sanatçının son dönemde yaptığı çalışması "Çığlık" hakkında yaptığı açıklama ise şu şekilde:

“Benim çok iyimser bir sanatçı olduğumu düşünüyorlar ama ben aslında karamsarım. Bu heykelimi de karamsar bir şekilde yaptım. Dünyanın iyi gittiğine herşeyin daha güzel olacağına inanmıyorum” diyen Server Demirtaş, heykelin babasının hastalığının ağırlaştığı sıralarda ortaya çıktığını söylüyor ancak bu dönemde yalnızlaştırılan ve yalnız bırakılan yaşlılara da dikkat çekiyor ve heykelini onlara adıyor:

“Yaptığım bu iş sosyal medyada görünmesiyle herkes, salgınla, 65 üstünün hain bir şekilde solunum cihazsız ölüme terk edişleriyle ilgili sandı. Öyle değil çok kişisel, Üç ay önce babamın rahatsızlığı üzerine başladım bu işe. Babamın durumu giderek ağırlaştı bu süreçte. Bu heykel bu esnada çıktı. Salgına denk düştü. O ruha. Herkesin ayrıştırıldığı, bir şekilde dünyadan uzaklaştırıldığı bir dönemde yaşlılar hiç olmadıkları ve aslında unutmak zorunda oldukları yaşlarıyla bu dünyada geçirmiş yıllarıyla yalnız bırakıldı. Elbette onlara adıyorum bu heykelimi…”







Kaynak: www.bozluartproject.com, www.sanatatak.com

Marina Abramović'in Maria Callas Performansı Hakkında...

Merhaba sanat severler 😊 Takip edenlerimiz bilir Marina Abramović “7 Deaths of Maria Callas” (Maria Callas’ın 7 Ölümü) adlı müzik tiyatrosuna hazırlanıyordu, ancak Abramovic'in hayalini kurduğu bu proje ertelendi. 11 Nisan'da yapılması gereken performansın corona virüsü pandemisi nedeniyle henüz netleşmeyen ileri bir tarihte gala yapacağı açıklandı. Bu durum ile ilgili Abramović “Melekler bize yardım edecek diyordum ama günden güne daha da imkansızlaştı” yorumunda bulunmuş.




Marina'nın 14 yaşından beri Callas saplantısı varmış. Bu saplantı ile ilgili bilgileri aşağıya bırakıyorum. Keyifli okumalar...😊

Marina Abramović 14 yaşından beri Maria Callas’a dair bir saplantısı olduğunu, ona dair her şeyi bildiğini, sekiz biyografisinin sekizini de okuduğunu ve kendisiyle birçok ortak yön bulduğunu ifade ediyor.
“7 Deaths of Maria Callas”ta Maria Callas’ın söylediği yedi arya yer alıyor. Her bir aryaya bir kısa film eşlik ediyor. Operanın zirveye çıktığı noktada Callas ve Abramović’in kimlikleri flulaşıyor ve birbirlerinden ayırt edilemez hale geliyor.





Kaynak: www.sanatatak.com

Kitap Tanıtımı 6 : "Performatif Estetik" Erika Fischer-Lichte

Herkese merhaba 😊 Yine bir kitap tanıtımıyla buradayım. Bu kitap benim merakla aldığım ve ilgiyle okuduğum bir kitaptı. Tahmin edersiniz ki yine bir noktada Abramovic'e değineceğim. O zaman başlayalım.




Kitaba geçmeden önce bir konudan bahsedeceğim. İç kapakta Rilke'nin Orpheus'a Soneler eserinden minik bir kesit görüyoruz. Açıkcası "Arzu et değişimi..." diye başlayan bir yazıyla kitabı açmak benim çok hoşuma gitmişti.😊 Kitabın adından da anlaşılacağı gibi içeriği beden, mekan, zaman, performatiflik, maddesellik, rol değişimi vb. gibi konuları ele alıyor. Birinci bölüm Abramovic'le başlıyor ve performanslarını görüyoruz. Bu arada bazı performansları okurken biraz yıprandığım oldu ki performansı izleyen seyirciler fazlasını yaşamışlar. İçerik ile ilgili çok fazla bilgi vermeden Fischer-Lichte'nin kitapta tam olarak ele aldığı noktaya değineyim. Fischer-Lichte'nın kuramı hem geleneksel tiyatroyu hem de diğer sanat dallarını performatif bir düzlemde yeniden değerlendiriyor. Sanatın geçişken ve tekrarlanamayan olaylar biçiminde kavrandığında bireysel ve toplumsal dönüşüme özgül bir katkı sunabileceğinden bahsediliyor.
Kitap ile ilgili ufakta olsa fikriniz olmuştur, ilginizi çektiyse hemen alıp okumalısınız. Keyifli okumalar.😊

27 Nisan 2020 Pazartesi

Covid-19'a Karşı Sanal Müze!

Sevgili blog takipçilerim ve denk gelen saygıdeğer okuyucular :)

Bildiğiniz gibi bütün dünya zor bir süreçten geçiyor.. Evde bulunduğumuz bu dönemleri daha tatlı bir hale getirmekte elbette bizlerin elinde. Mesela eminim ki benim gibi sergi ve müze gezmekten büyük keyif alan bir çok arkadaşım var, ancak bulunduğumuz durum itibariyle bu mümkün değil. İşte tam bu nokta da hayatımızın her alanına el atan teknoloji devreye giriyor ve caaanım müzeleri bize getiriyor "Sanal Müze".😊Ben farklı şehirlerdeki öğretmenlik sürecimde çocuklarımı sergilere götürme imkanı bulamadığımda sanal müzelerden faydalanmıştım ve artık kendim için kullanıyorum. Eğer siz de bu eğlenceli sanal gezileri yapmak isterseniz diye hemen aşağıya bilinen müzelerin linklerini bırakıyorum. İyi gezmeler.🙋 #EvdeKalTürkiye!

Ülkemizdeki Gezilecek Sanal Müzeler

Anadolu Medeniyetler Müzesi:

Sanal Müze


Ankara Resim ve Heykel Müzesi:

Sanal Müze


Antalya Müzesi:

Sanal Müze


Ayasofya Müzesi:

Sanal Müze


Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi:

Sanal Müze


Burdur Arkeoloji Müzesi:

Sanal Müze


Antalya Müzesi – Etnoğrafya:

Sanal Müze


Konuralp Müzesi:

Sanal Müze


Muğla Müzesi:

Sanal Müze


Edirne Müzesi:

Sanal Müze


Efes Müzesi:

Sanal Müze


Kariye Müzesi:

Sanal Müze


Jandarma Müzesi:

Sanal Müze


Sabancı Müzesi:

Sanal Müze


Mardin Müzesi Önü:

Sanal Müze


Mevlana Müzesi:

Sanal Müze


15 Temmuz Hafıza Müzesi:

Sanal Müze


Side Müzesi:

Sanal Müze


Göbeklitepe Müzesi:

Sanal Müze


Adana Etnografya Müzesi:

Sanal Müze


Alanya Kalesi:

Sanal Müze


Ihlara Vadisi:

Sanal Müze


Pamukkale Travertenleri (Hierapolis):

Sanal Müze


Nevşehir Yeraltı Şehirleri:

Sanal Müze


Anıtkabir:

Sanal Müze


Topkapı Sarayı:

Sanal Müze


Dolmabahçe Sarayı:

Sanal Müze


İstanbul Oyuncak Müzesi:

Sanal Müze


Türk İslam Eserleri:

Sanal Müze


Kapadokya Karanlık Kilise:

Sanal Müze


Anamur Müzesi:

Sanal Müze


İstanbul Kız Kulesi:

Sanal Müze


Panorama 1453 Tarih Müzesi:

Sanal Müze


Pera Müzesi:

Sanal Müze


Rahmi Koç Müzesi:

Sanal Müze


Bursa Vakıf Kültür Müzesi:

Sanal Müze


Gezilecek Sanal Müzeler (Global)

Uluslararası Uzay İstasyonu Müzesi:

Sanal Müze


British Museum:

Sanal Müze


Louvre:

Sanal Müze


Guggenheim Müzesi:

Sanal Müze


Orsay Müzesi:

Sanal Müze


Ulusal Sanat Galerisi:

Sanal Müze


Pergamon Müzesi:

Sanal Müze


Rijksmuseum:

Sanal Müze


Van Gogh Müzesi:


Sanal Müze


Uffizi Galerisi:

Sanal Müze


Vatikan Müzesi:

Sanal Müze


Metropolitan Sanat Müzesi:

Sanal Müze


Ermitaj Müzesi:

Sanal Müze


Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi:


Sanal Müze


Dali Müzesi:

Sanal Müze



Kaynak: www.yerelnet.org.tr





3 Mart 2020 Salı

"Her Aşk Vedayı Hak Eder" Marina ve Ulay




Bazı insanlar hayatlarında filmlere konu olası ‘bir şeyler’ yaşarlar. Marina Abramovic onlardan birisi değil çünkü ona dair ‘her şey’ inanılması zor, tarifi ve tasviri imkansız. Mükemmel bir fizik, mükemmel bir düşünce yapısı, mükemmel bir sanat anlayışı, mükemmel bir aşk… Ülkemizde yeterince bilinir bir üne sahip olmasa da Marina Abramovic dünyada Performans Sanatının İlahı diye anılıyor. Ben de dilim döndüğünce sizi onun hakkında bilgilendirmek istiyorum. Aslında hayatına ve sanatına dair filmler ve kitaplar mevcut. Benim bugün asıl üzerinde durmak istediğim konu akıllara kazınacak kadar güzel olan sadakati ve aşkı.



Öncelikle kısaca hayatından bahsedelim.

1946 yılında Yugoslavya’da doğan Marina, II. Dünya Savaşının etkisinin devam ettiği yıllarda dünyaya geliyor, II. Dünya Savaşı ordusunda yer alan babasının evde de hüküm süren askeri disipliniyle büyüyor. Academy of Fine Art bölümünü Yüksek lisansla tamamlayan sanatçı, eğitiminin hemen ardından solo performanslarına başlıyor.




Marina zaman içerisinde vücut sanatı akımının dünya üzerindeki en önemli temsilcilerinden birisi haline geliyor. Sanatı için vücudunu parçalıyor/parçalatıyor, nefessiz kalıyor, vücudunu buzlar içinde donduruyor hatta kendisini hafıza kaybına uğratıyor. İşine/sanatına duyduğu aşk kesinlikle tartışılamayacak kadar büyük.




Performans sanatına başladığı ilk yıllarda sanatında yoğun bir şekilde Yugoslavya’nın savaş sonrasındaki baskıcı kültürüne karşı oluşturduğu tutumu görmek mümkün. Kendisine dair çekilen belgesellerde sanatının yanı sıra sempatik tavırları ve rahatlığıyla beğenileri üzerine topluyor, gençlere verdiği tavsiyelerle hayran kitlesini arttırıyor.




Gelelim asıl mevzuya...

Ulay ve Marina 1975-1989 yılları arasında çok büyük bir aşk yaşıyor ve birlikte oldukları bu 14 yıl içerisinde birbirinden farklı, sıra dışı ve tehlikeli performansı birlikte yapıyorlar. İkilinin en büyük hayali Çin Seddi’nde bir performans yapabilmek fakat bunu izin problemi sebebi ile uzun bir süre erteliyorlar. En sonunda izin almayı başaran çift gitme hazırlıkları esnasında “ufak” dedikleri bir problemle karşılaşıyor. Marina, Ulay’ın kendisini aldattığını öğreniyor ve dahası aldattığı kadın hamile. Bu durumu olgunlukla karşılayan Marina, hamilelik durumundan dolayı ilişkisini bitirme kararı alıyor. Fakat birbirlerine karşı çok büyük bir aşk besleyen çift hayallerini gerçekleştirmeden ayrılmak istemiyor, Çin Seddi’ne doğru yola çıkıyorlar.




Aldıkları karara göre ilişkilerini ruhani bir yolculukla sonlandırmak isteyen çift, Çin Seddi’nin iki ucundan birbirlerine doğru yaklaşık 6000 km yolu 90 günde yürüyor ve birleştikleri noktada ilişkilerine son vererek kendi yollarına bakıyor, bu ayrılık üzerine bir daha görüşmüyorlar. Ulay diğer kadınla evleniyor, Marina solo performansına dönüyor..




Ta ki.. 21 yıl sonrasına kadar.

2010 yılında Marina Abramoviç New York MoMa (Museum of Modern Art)’da The Artist is Present adında bir Performans gerçekleştiriyor. Bu performansında Marina Kendisi için hazırlanan bir masa ve iki sandalyeden oluşan sahnede bir sandalyede oturarak hiçbir şey yemeden -hatta tuvalete dahi gitmeden- sabahtan akşama kadar toplamda 736 saat sürdürüyor. Performans sırasında karşısındaki sandalyesine isteyen seyirci oturabiliyor ve Marina oturduğu süre boyunca seyircinin gözünün içine bakıyor. Karşılıklı bakışma genellikle seyircinin ağlamasıyla son buluyor.




Ayrılıklarının üzerinden 21 yıl geçmişken, nedeni bilinmez bir şekilde Ulay çıkıp geliyor, oturuyor karşısına Marina’nın. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen başını kaldırdığında karşısında Ulay’ı gören Marina bu sefer göz yaşlarına yenik düşüyor. Marina’yla beraber bütün seyirciler yoğun duygular yaşıyor, pek çoğu ağlıyorlar.




Marina bu bir dakikalık bakışma sırasında ne yaşadı, neler düşündü bilinmez ama Ulay ve Marina’nın tek bir kelime dahi etmeden gözleriyle yaptıkları konuşma, olgunlukları, anlayışları, acıları gözler önüne yansıyor. Belki de insanlık bu performansın sonunda bu hayatta görülebilecek en anlamlı mimikler ve en anlamlı göz iletişimine şahit oluyor.





O günlerde Çin Seddi’nde karşılıklı bir şekilde ayrılığa doğru yürürken ne hissettiler bilinmez ama gerçek bir veda edemedikleri kesindi. Bu kadar büyük bir aşk elbette bir vedayı hak ediyordu ve aşkları muhteşem bir finalle sonlandı.




Onların bu bakışma sırasında yaşadığı yoğun duygular, sözsüz konuşmalar, özürler, göz yaşları orada onlarla beraber duygulanan pek çok insanı ağlattığı gibi beni de ağlatıp hayatımdaki birçok durumu sorgulamaya itmişti. Umarım sizin için de bir dönüm noktası niteliğine gelir. Ne olursa olsun, nasıl biterse bitsin, her aşk gerçek bir finali hak eder.








Kaynak: www.sanatkaravani.com

Ulay Kimdir?



Gerçek adı Frank Uwe Laysiepen olan 1943 doğumlu Alman sanatçı, anolog fotoğraf ve Polaroid ile yaptığı çalışmalarla 60’ların sonları ile 70’lerde en aktif yıllarını yaşamıştı. 



1943 yılında Almanya’nın Solingen şehrinde dünyaya gelen Ulay Ljubljana’ya taşınmadan önce Amsterdam’da yaşadı ve çalıştı. Polaroid sanatı ve uzun süredir eşlik eden Marina Abramović ile ortak performans sanatıyla uluslararası tanınırlık kazanan Ulay, Slovenya, Amsterdam ve Ljubljana, Slovenya merkezli bir sanatçı.



1975-1989 yılları arasında özel hayatlarında da birlikte olan ikili, 14 yıl boyunca sanat tarihine geçen birbirinden farklı, sıra dışı ve tehlikeli performansa imza atmıştı.







Kaynak: www.hurriyet.com



Ulay'a Veda...



İlk defa bir blog yazımı yazarken nasıl başlayacağımı bilemedim ve zorlandım. Bu kez diğer yazdıklarımdan çok farklı olacak. Marina Abramovic'in işlerine, disiplinine, tavrına, tarzına ve kendine olan hayranlığımı her fırsatta dile getiririm. Yanı sıra Ulay'la olan ilişkilerini dramatik bulmama rağmen beraber yaptıkları performansları inanılmaz bulurum. Performans sanatı bana bu ikili ile anlamlı gelmişti, sonrasında bu sanata ilgim artmıştı. Aynı zamanda bana ilham kaynağı da olmuşlardı, çalışmalarıma dahil etmiştim. Çok sevdiğim performansın öncülerinden olan bu ikiliden Ulay dün hayata veda etti. Bunun üzerine ne yazabilirim bilmiyorum. Sadece bu yazıyı bitirip hala tanımayanlar varsa diye Ulay'ı tanıtmak ve bu ikilinin hikayelerini paylaşmak istiyorum.


1 Mart 2020 Pazar

Marina Abramović İstanbul'da...

Benim de büyük hayranı olduğum hatta üzerine çalışmalar hazırladığım performans sanatının tanrıçası Marina Abramović retrospektif sergisiyle sonunda Türkiye'ye geldi ve en çok mutlu olan insanlardan biriyim. 😊 Herkes gitsin, görsün bence... Hala bilmiyorum, görmedim diyenler varsa şimdi hemen aşağıda bu haberi paylaşayım:

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) ve Akbank Sanat; dünyaca ünlü performans sanatçısı Marina Abramović’i ve kurucusu olduğu Marina Abramović Enstitüsü’nü (MAI) Türkiye’ye getirdi.

31 Ocak’ta başlayan “Akış / Flux“, Türkiye’de performans sanatının tarihini ziyaretçi için ulaşılır ve anlaşılır kılmayı amaçlıyor. Sergi; Abramović’in performanslarının dokümantasyonlarının yer aldığı kapsamlı bir retrospektifi, açık çağrıya cevap veren ve projeye davet edilen sanatçılarla MAI ortaklığında geliştirilen canlı performansları, sanatçının halka yönelik oluşturduğu egzersizlerin deneyimleneceği Marina Abramović Metodu bölümünü ve Akbank Sanat’ın bağlantılı olarak ev sahipliği yapacağı belgesel gösterimi ile video galeriyi kapsıyor.






Kaynak: www.sanatatak.com



Kitap Tanıtımı 5: "Sanat ve Devrim" John Berger

Yine araya birazcık zaman girdi ama yeniden buradayım.. Tekrar merhaba bütün sanat ve kitap severler..😊 Yoğun geçen bir dönemin ardından tekrar dönüş yaptığım için paylaşımlarım ardı ardına gelecek. Zaman kaybetmeden hemen başlıyorum, ilk kitabım çok severek okuduğum bir yazardan geliyor elbette. 😊 John Berger'den "Sanat ve Devrim".


Bu kitap benim çok eski zamanlarda okuduğum bir kitap. Berger: "Eleştiri daima bir çeşit araya girmedir, sanat eseriyle kişinin arasına girmektir." diyor. John Berger bu kitapta Rus heykelcisi Ernst Neizvestny'i ele alıyor. Kitapta Neizvestny'nin yanı sıra Kandinsky'den, Maleviç'e, Rodin'den Tatlin'e kadar hepimizin çok iyi tanıdığı sanatçılara ve eserlerine de rastlayacaksınız. 
Ben severek okumuştum, sizlerin de severek okuyacağı bir kitap olacağına eminim. Bilgiyle dolup taşmanız umuduyla...😊