İzleyiciler

21 Ekim 2014 Salı

'SANAT HER YERDE!'

Magazin kapaklarından yağlı boya tablolara...
Günümüzün modern dergi kapaklarıyla, geçmişin klasik yağlı boya tabloları birleşirse bakın ortaya nasıl birşey çıkıyor..:) Venüs'ün doğuşundan, Adem'in yaratılışına, Monalisa'dan, İnci küpeli kıza kadar bir çok eserinde içinde bulunduğu bu çalışmaları ben çok beğendim, sizlerde görün istedim.





















Kaynak: artpeoplegallery/facebook






'Fırat' HİSSEDİLMEZ !‏



Güneşin rengi sarı olmuş ne yazar, yüksek binalardan güneşi göremiyorsan. Dağlar kahverengi olmuş ne yazar benim askerim o dağda şehit düşüyorsa, kandırılmış gençler hiç uğruna öldürülüyorsa.. Karşıdan gelen kişinin ayakkabısı boyalı olmuş ne yazar içindeki çorabı yırtıksa.. Çocuk topa vurayım derken taşa vuruyorsa ve ayağının acısından önce ayakkabının burnuna ne kadar zedelenmiş diye bakıyorsa, o çocuk o ayakkabıyı doya doya kullanamıyorsa.. Bir orta okul çocuğu üzerine göre ceket ararken, anne ve babası tarafından "seneye de giyersin" denilerek kendi bedeninden büyük bir ceket görüyorsa üstünde, ne yazar o ceketin markasının ne olduğu.. Bisiklet sürerken düşen birinin yara beresine bakmadan önce tozunu silkelerse ne yazar bisikletin kaç vitesli olduğu.. Pazarda ucuz olsun diye daha yumuşak domates alan adam domatesi sağlam poşete koymuş ne yazar.. Atatürk büstü yakılmış, yıkılmış ne yazar sadece bir büstten ibaret kalmışsa.. Bayram gelmiş ne yazar evde bayram sevinci yoksa.. Adalet tecelli etmiş ne yazar zaman olarak gecikmişse.. Yüzler gülmüş ne yazar içler kan ağlıyorsa.. Çocuklar okuyup adam olacak ne yazar baba okuturken sıkıntı yaşıyorsa.. Cebinde dünyalar kadar para var ne yazar oturup da sağlık sorunlarından canının istediğini yiyemiyorsan.. Yüklü bir tazminat almışsın ne yazar iş yerinde kaza geçirip de hak kazandıysan..
Ülkemde insanların genel olarak yaşayışı böyledir, bu ülkede hayatı doyasıya yaşamak zordur ama alışkınızdır buna, eksik de yaşasak tam bir haz verir bu topraklarda nefes almak..


FIRAT

19 Ekim 2014 Pazar

İki büyük üstad "Nazım Hikmet Ran ve Abidin Dino"

Mutluluğun Resmi Yanılgısı

Yıllardır doğru bilinen bir yanlışla yaşıyoruz. Çoğumuz Nazım Hikmet'in bir şiirinde yaptığı atıfın sonucunda Abidin Dino'nun "Mutluluğun Resmi" olarak bilinen resmi çizdiğini zanneder. Bu yanılgının gerçek hikayesini sizlerle paylaşmak istedim.



Güzin Dino - Nazım Hikmet - Abidin Dino

Nazım Hikmet Ran ve Abidin Dino


Varlıklı ailelerden gelme iki kişi olmanın dışında  biri dünyanın sayılı, ülkenin en iyi şairi Nazım Hikmet Ran öteki ülkenin en iyi ressamı Abidin Dino. Bu  iki sanatcı işçi sınıfının, yoksul  halk kitlelerinin durumunu kendilerine dert edindiler. Yapıtları ve yaşama bakışlarıyla ezilen ve sömürülenlerden yana taraf tutup ömürlerinin  bir kısmını hapishanelerde,  işkence tezgahlarında  ve sürgünde geçirdiler. 


Mutluluğun Resmini yapabilir misin Abidin?

Yıl 1961 Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Pariste bir otel odasında kaldıkları günlerden bir gün  Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış o sırada uyuyan  eşi Veraya Saman Sarısı adlı, Varşova, Krakof, Pırağ, Moskova, Paris, Havana ve tekrar Moskova olmak üzere toplam altı şehirde bulunduğu süre içinde yazdığı uzun şiirin bir bölümünü yazıyor. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki  pencerelerinin başında oturmuşlardır.  Şiirdeki; Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.  mısrasından Abidin de bir yandan bir şeyler çizdiğini anlıyoruz.
Abidin Dinonun yaptığı resimlere hayranlığını;  Yüz elliye altmışın meydanlığında
suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem / öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin  belirtten Nazım, eşine itafen yazdığı Saman Sarısı adlı şiirinin içinde Abidin Dinoya çağrılarda da bulunmaktadır.

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba'nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Nazımın Dinoya bu soruyu sorması zannedildiği üzere, ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değil, bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünü.  Esasında Nazımın Dinodan bir resim beklentisi yoktu. Belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. Abidin Dino, Nazım Hikmetin Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? sorusuna resimle değil de,  Nazım gibi şiirle karşılık vermişti. Çünkü Dinoda biliyordu  Buna da ne tual yeterdi; ne boya mısrasından  Nazımın sorusunun cevabının olmadığını. Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını

Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle



Mutluluğun Resmi

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varnanın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiyeyi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi ne boya

Abidin Dino


Dianna Dengel

Doğru bilinen bir yanlış
  
Sıklıkla internette dolaşan mutluluğun resmi isimli tablo Abidin Dino'nun değil, Dianna Dengel'in tebrik kartıdır. Bu resimde Dengel, Amerika'da yaşayan bir köylü ailesini resmedilmiştir. Hayatı boyunca Amerika'nın kültürel yayılmacılığına karşı mücadele eden bir tarafın temsilcilerinden biri olan Abidin Dino'nun; gelecek nesiller tarafından, gerçekte çizmediği bir resimle hatırlanması acı verici bir olay.


Kaynak: www.cafrande.org

10 Ekim 2014 Cuma

Büyük üstad "Joan MIRO" İstanbul'da..

İstanbul ünlü sürrealist ressam Joan Miro'yu konuk ediyor. Miro'nun eserleri Sakıp Sabancı Müzesi'nde 3 Eylül 2014 – 1 Şubat 2015 tarihleri arasında bütün sanat severlerin ve Miro severlerin ziyaretine açık. İlk fırsatta benim de gideceğim sergiyi sizlerde kaçırmayın..:) 
Sergi hakkında daha fazla bilgi edinmek için: 
http://www.sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/sergiler/joan-miro-kadinlar-kuslar-yildizlar

Şimdi Joan Miro kimmiş onu öğrenelim.


Joan Miro Ferra (d. 20 Nisan 1893 - ö. 25 Aralık 1983), Katalan ressam ve heykeltıraş.
1893'te İspanya, Barselona'da dünyaya geldi. 14 yaşında Barselona'da La Lonja’s Escuela Superior de Artes Industriales y Bellas Artes (Güzel Sanatlar ve Endüstriyel Sanatlar Okulu)'na katıldı. 3 yıllık sanat eğitimi sonrasında, burada memur olarak göreve başladı. Daha sonra sanat çalışmalarına devam edebilmek için bu görevi bıraktı ve 1912-1915yılları arasında Barselona'daki Francesc Galí’s Escola d’Art isimli sanat okuluna devam etti. Galeri sahibiolan José Dalmau'nun teşvikiyle ilk sergisini Barselona'da 1918 yılında açtı.

1920 yılında Paris gezisi sırasında Pablo Picasso ile tanıştı. Bundan sonra Miro zamanının yarısını Paris'te geçirmeye başladı ve burada tanıştığı Max Jacob, Pierre Reverdy, ve Tristan Tzara ile Dada hareketine katıldı. Paris'teki ilk sergisi 1925'te Galeri Pierre'de büyük bir surrealist hareket olarak yankı buldu.

1936'da iç savaş sebebiyle İspanya'yı terk etmek zorunda kaldı, 1941'de geri döndü. Aynı yıl New York, The Museum of Modern Arts'da ilk büyük retrospektif sergisini açtı. Miro, Josep Lloerns y Artigas'la birlikte seramik çalışmalarına başladı bununla beraber baskı alanına da ilgi gösterdi. 1954-1958 yılları arasını bu iki konuya konsantre olarak geçirdi. 1954'deki Venedik Bienali'nde grafik dalında büyük ödüle layık görüldü ve çalışması bir sonraki yıl Kassel'de yapılan ilk Documanta Fuar'ına dahil edildi. 1958'de Paris UNESCO Binası'ndaki eseri ile Uluslararası Guggenheim Ödülünü aldı. Sonraki yıl tekrar resim yapmaya başladı, 1960 yılında heykeltıraşlığa başladı. Miro'nun retrospektifleri, Paris, Musée National d’Art Moderne ve Grand Palais'de yer aldı.

Miro, 25 Aralık 1983'te İspanya'nın Palma de Mallorca şehrinde hayata gözlerini kapadı.


ESERLERİ














Kaynak: http://tr.wikipedia.org

'Fırat' Kağıt Üzerinde Olan İç Savaş Satırlardan Sokaklara mı Taştı

İç savaş senaryoları komşu ülkelerde bir bir uygulanıp, Ortadoğu kaynamaya devam ediyor ve bu sefer sıcaklığı biz pek bir yakından hissediyoruz. Hepimizin büyük korkusu olan iç savaş, ezelden beri kardeş yaşamış toplulukların birbirlerine kin ve nefretle bakması, birbirlerine silah çekmesi ve linç hareketleri her zaman kağıt üzerinde olurdu ama bu sefer kağıttan taşıp sokaklara kısmen de olsa aktı. Bugün Kobane' de olan savaşı fırsat bilip provakatörlerin kamu mallarına ve insanlığa zarar vermeleri kesinlikle kabullenilemez, ancak normal bir şekilde savaş karşıtı gösteriler de gayet normal geliyor bana. Türkiye komşu bir ülke olarak elinden geleni fazla fazla yapıyor; sınırlarımıza sığınan mültecileri koruma altına alıp, onlara aş ve su verilmesi, hatta onlar için ülke dahilinde istihdam için planlar yapılması insanlık adına güzel. Yalnız, bir arkadaşımın da dediği gibi Suriyeli erkeklerinin ülkelerinde kalıp ülkelerini savunmak yerine burada sokaklarda dilenmesi ya da gezmesi de kabul edilemeyecek bir durum. Zamanın neye gebe ve ileride ne olacağını her beraber göreceğiz. 
Bu durumun en karlısı olan Hollywood, şimdiye kadar bir çok film yaptı, aşağıda o filmlerden bir kısmını sizlerle paylaştım. Bakalım bundan sonra "Kobane" adlı film ne zaman çekilecek? Umarım; Hollywood "Türkiye" adı altında iç savaş senaryosu barındıran bir film çekmesi için de bu topraklardan ilham almaz!

ORTADOĞU' YA DAİR FİLMLER


1. Spy Game (2001) CASUS OYUNU





Syriana (2005) SURİYE





Tiger And The Snow (2005) KAR VE KAPLAN





Jarhead (2005) KAVANOZ KAFA




Kingdom (2007) KRALLIK





Persepolis (2007)





Body Of Lies (2008) YALANLAR ÜZERİNE





Hurt Locker (2008) ÖLÜMCÜL TUZAK





Stoning of Soraya (2008) SORAYA' YI TAŞLAMAK





Greenzone (2010) YEŞİL BÖLGE





Argo (2012)





Zero Dark Thirty (2012) KARANLIK OPERASYON





Boys of Abu Gharib (2014)



FIRAT






Görseller: www.imdb.com

3 Ekim 2014 Cuma

'Fırat' Dede Koyun Kınalı' dan Bir Hayat Hikayesi


Arefe günü bizi almaya gelirler, gelirken saçlar taranmış, jölelenmiş, temiz kıyafetler giyilmiş olur. Ortalıkta bizlere iyi bakamamalarından kalan ağır bir koku vardır. Bize neden tuvalet yapılmaz anlam veremeyiz, sanki esir ortamı gibi şartlar vardır. Daha önceden üzerimiz kimyasal boyalarla boyanmış olur ve bizi karga tulumba arabaya koyarlar ve evlerine götürürler.
Hemen bizi bir yere bağlarlar, çok cömertlerdir önümüze bir kap su koyarlar, evin çocuklarının ısrarından anlarız ki bizi gezdirecekler. Evin babası ipimizi çocuğun eline verir, bizi bir heyecan sarar hem seviniriz gezmek için hem de hafiften kaçma planları yaparız ne de olsa vardır bizim de bir sevdiğimiz, yavuklumuz, çoluk çocuğumuz...
Gezmeye başlarız ama korkarız; bir taraftan arabalar geçer, diğer taraftan her yer taş yığınlarıyla doludur. Buralar bizim meralara hiç benzemez. Ot yığınları vardır ama yemeye korkarız ne de olsa üzerinde "çimlere basmayınız" yazar, acaba basmadan yiyebilirmiyiz diye düşürken birden boğulacak gibi oluruz, bizim amca oğlu keçiden daha inatçı olan evin çocuğu çeker ipimizi durur. gitmek istemeyiz ama boğulmaktan iyidir bu çocuğa ayak uydurmak. Her ne kadar korksak da asillliğimizden taviz vermeyiz, kuyruğumuzu sallaya sallaya gideriz. Az atıştırmalık ot dürüm ile başlarız ardından da etraftaki küçük ağaçların yapraklarından bir tatlı yaparız kendimize, deymeyin keyfimize derken etrafımıza bir sürü çocuk toplanır, yeni yeni çıkan boynuzlarımıza asılırlar, "durun, delikanlı adamın boynuzu el sürülmez." demeye çalışırız ,kaçarız ama nafile, bırakmaz bu çocuklar boynuzumuzu. Aklımıza bir delilik gelir, boynuzlarımızla vuralım deriz çocuklara ama bu sefer de bizim köydeki kınalı gelir aklımıza. Anlatırlar; geçen sene bizim kınalı, bir çocuğa öyle vurmuş da boynuzlarıyla ağır ceza da yargılanmış, idama mahkum edilmiş ve kafasını kesmişler. Bunu da kesme anını gören kınalının eşi anlatmış. Anlayacağınız can korkusundan bırakırız çocuklara vurmayı, az sakin dururuz, karşılık vermeyince bir süre sonra sıkılır çocuklar ve bizle uğraşmayı bırakırlar. Biraz zaman geçer eve doğru yol alırız, yine çeke çeke götürürler bizi, bir de bizlere inatçı derler, asıl bu çocuklar inatçı; "bu kadar sert çekilir mi bu ip be arkadaş..".
Eve döneriz, etrafta bir koşturmaca vardır; evin kadını, erkeği herkes bir yerleri temizler. Bu olaydan gururlanırız, ne misafirperver insanlar biz geldik diye temizlik yapıyorlar, diye düşünürüz. Sağolsunlar yemek de su da verirler. Akşam olur güya misafirizdir, bizi köhne bir yere koyup, üzerimize de kapıyı kilitlerler. Duyduğumuza göre bazı arkadaşları hırızlar alıp götürmüş, bir daha da onlardan haber çıkmamış. Gece yerde yatmanın verdiği sırt ağrısı ile uyandırılırız. Evin genelde büyüğü gelir yanımıza ve elinde yine o ip vardır. Bilemeyiz o an durumu ve Şehzade Mustafa gibi bir cesaretle ayağa kalkıp, ipe doğru gideriz. Yine bizi bağlarlar bir ağaca, kahvaltıda sadece su vardır, buna pek anlam vereeyiz nedense kahvaltılık vermezler, sabah erken olduğundan pek iştahımız da olmaz zaten bizim de.
Buraya kadar her şey fena sayılmaz ama birden bahçede bir koşturmaca başlar, evin kadını adama tepsi gibi bir kaç tane şey verir, çocukları içeri alırlar, bir tane çizmeli bir adam elinde poşetle gelir yanımıza yavaşça. Biraz sever bizi, başımızı okşar; "ne tatlı, sevecen bir adam" demeye kalmaz elindeki poşetten bir şey çıkarmaya başlar, bu sevginin üstüne bana ne getirdi ,diye düşünürüz ister istemez.. Sonra her şey karışır; adamın elinde bir bıçak vardır, bugünlere özel bileyletilmiş gibi parlar bıçak. Tüm bakışlar bize yönelir. Sonra birden üstümüze üşüşürler, ayaklarımızı bağlarlar, yavaş yavaş anlaşılır o ilgi, besleme, misafirperverlik.

Hepimizin sonu ağır cezada yargılanan Kınalı gibi olur, doğuştan cezalandırılmış bir milletiz biz. Sonrası işte insanoğlunun sofrasında parça parça devam eden bir yolculuk olur. Kimisi bunu inançtan yaparmış, kimisi de çoluk çocuğunun gözü dışarda kalmasın diye. Sebep ne olursa olsun bizde de buna karşın bir teslimiyetçi düşünce vardır, dedelerimiz bizlerin yaradılış sebebinin bu olduğunu söylerlerdi. Tabi buna bazımız inanır, bazımız da inanmayarak isyan eder.


FIRAT

2 Ekim 2014 Perşembe

'Fırat' Çöp Bidonundaki Çocuk

Merhaba daha önce yaşadığım şehirde sabah işe giderken gördüğüm bir manzara sonrası yazmış olduğum yazımı bu sabah da buna benzer bir manzara ile karşılaşınca sizlerle paylaşmak istedim.



"Sabahın erken saati işe gitmek için düşmüşüm yola. Gözlerim, güneş ışığına pek alışamamış bir halde ilerliyorum. İnsanlar bir hareket halinde, dolmuşların içi kalabalık, gazeteler dizildikleri yerde okuyucularını bekliyor. Etrafta simit ve poğaça kokuları kulak yerine burunlarına hitap ederek; insanlara günaydın diyor .

Yürüdüğüm yolun sağ tarafında bir çöp bidonu gördüm. İşte beni etkileyen sahnede burda başlıyordu: Çöp toplayan, üzeri ve yüzü kirlenmiş bir çocuk çöp bidonuna eğilmiş bir eli içeride bir eli çöp bidonundan bulduğu yırtık bir sayfayı tutar haldeydi. İnsan ne halde ya da hangi duygular içinde olursa olsun çocukluğunu yaşamak ister. Benim gördüğüm çocuk da bulunduğu durumdan bihaber şekilde, elindeki çizgi roman sayfasını büyük bir keyifle okuyordu. Para ile kolejlerde, özel üniversitelerde okuyan çocuklar (istisnai durumlar hariç) ile devlet okullarında okuyan çocukları düşündüm Toplum her zaman bu iki sınıfı (özel okul ile devlet okullarında okuyanları) iki uca koymuştur ve bu iki grup arasında bir kutuplaşma oluşmuştur. İki taraf arasında her daim bir yarış ve sürtüşme vardır.

Bugün sabahki sahneyi yaşamasaydım, ben de öğrenciler için özel okuldan veya devlet okulundan diye ayrım yapmaya devam ederdim ama artık okumak isteyen çocuk ile zoraki okuyan çocuk diye ayrım yapıyorum ve okumaya imkanım olduğu ve bunu değerlendirip okuduğum için şükrediyorum."


FIRAT