İzleyiciler

8 Eylül 2022 Perşembe

Queer Sanat

 
Bu konu bir araştırmamda kullandığım ve uzun zaman önce yazıp paylaşmayı beklediğim bir konuydu. Felix Gonzales'in bir çalışmasını görmemle başlayan merak sonrası başka neler var acaba diyerek araştırmıştım ve yüksek lisans döneminde kendime ödev konusu olarak seçmiştim. Hem çok başarılı hem de dramatik bir tarafı olan bu işleri bilmeyenlerde bilsin istedim. Artık yayınlanmalı, herkes okumalı diye düşünerek paylaş butonuna basıyorum :) Keyifli okumalar.

Kuir (Queer) Sanat


Sanat tarihine ilişkin “queer deneyim” üzerine tartışmalar, ilk kez 1870 yılında Alman psikiyatrist Carl Friedrich Otto Westphal’ın daha sonra “homoseksüellik” olarak adlandıracağımız “aykırı cinsel duygu” deneyimi üzerine bir makale yazmasıyla başlamıştır. Michel Foucault daha sonra bunu bir dizi koşulun sonucundan ziyade homoseksüelliğin yeni bir kimlik oluşuyla açıklamıştır. Foucault, 1976 yılında yazdığı Cinselliğin Tarihi kitabında “Sodomi şimdiye kadar geçici bir sapkınlık olarak değerlendirildi, fakat eşcinsellik artık yeni bir grubun tanımı oldu,” diyerek queer deneyiminin kimlik siyasetinin önemli bir dalı haline geleceğinin ipuçlarını verdi.




Ancak Queer’in teori olarak ortaya çıkışı ele alındığında geriye gidebileceğimiz tarih çok da eski değildir. 1990 yılında, Judith Butler tarafından Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi çalışması ile Queer kelimesi teorileşmiştir. 19. yüzyılın başlarında, LGBTİ mensubu bireylere karşı argo, küfür olarak kullanılan “Queer” bugün literatürde kendine yer edinmiş bir teori olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanat ve Queer’in birlikteliği 1990’larda post feminist sanatçıların ve post feministlerin LGBT sanatçıların da varolduğunu dile getirmeleri ve özgürleşme hareketleri içerisinde yer almaları konusunda atılımlarda bulunmalarıyla “LGBT ve Queer Feminizm” hareketi kendisini var etmeye başladı.


AIDS Krizi ve 1980’lerdeki Kültür Çatışmaları

Gey kimliği, 1980’lerde AIDS krizinin başlamasıyla birlikte yeni bir mücadele alanı haline geldi. Bu ölümcül hastalık queer sanat topluluklarını tahrip etti. Birçok sanatçı, kötüleşen sağlık durumlarını hükümete ve sağlık kuruluşlarına duyurmak için birer aktivist haline geldi. Sanatçı Félix González-Torres'te bunlardan biridir.  

Felix Gonzales Torres 1957 - 1996


Felix Gonzalez-Torres 1957 yılında Küba’da doğmuş.1964 yılında babasının kendisine aldığı suluboya seti,1970 yılında kız kardeşi ile gönderildiği ve 1 yıl kaldıkları İspanya’daki yetimhane çocukluğunda önemli rol oynamıştır.

1976 yılında kolejden mezun olduktan sonra Puerto Üniversitesi'nde sanat çalışmalarına başlamıştır.

1979 yılında New York’a taşınmış, 1981 yılında Pratt Güzel Sanatlar Enstitüsü fotoğraf bölümünden mezun olmuş, 1986 yılında Venice’e gelerek üniversiteye girmiş ve 1987 yılında masterını tamamlamıştır.



Felix Gonzales Torres - Ross Laycock


Tüm bu seneleri ailesinden ayrı, kedileriyle kalacak yer arayarak ve oradan oraya gezerek geçirmiştir.

1987 yılında Group Material adlı aktivistlerden oluşan sanat topluluğuna katılan sanatçı, 1989’da toplulukla birlikte Berkeley Sanat Müzesine, AIDS konulu çalışmalar için davet edilmiştir.



Felix Gonzales Torres, İsimsiz (Ross'un Los Angeles'da Portresi), 1991


Sanatçının İsimsiz (Ross’un Los Angeles’da Portresi) adlı çalışması, 79 kilo şekerle oluşturulmuş bir enstalasyon çalışmasıdır. Bu 79 kilo şeker Felix Gonzales'in AIDS yüzünden ölen partneri Ross Laycock’un vücut ağırlığını temsil eder. Ross'a AIDS tanısı konulduğu gün doktoru 79 olan ideal kilosunu koruması gerektiğini söylemiştir. Bu acıyla Torres kendisini meşhur eden ve kariyerinin en parlak çalışmalarından biri olan bu yerleştirmeye imzasını atmıştır. 



Felix Gonzales Torres vRoss Laycock



Torres sergi alanına yığılan ve toplam ağırlığı 79 kg olan binlerce kağıtlı şekerden oluşan bu çalışmasında, izleyicilere şekerlerden dilediği kadar alma özgürlüğü tanımıştır. Gün boyu eksilen şeker yığını, her akşam tartılıyor ve üzerine yenileri eklenerek 79 kiloya tamamlanıyordu. Böylece şeker tükendikçe Laycock’un çektiği acı ve nihayetinde ölümü görünürlük kazanıyor, sanatçı sevgilisinden gün be gün geri alınan hayatını ona geri verme çabasını anlatıyordu.


Felix Gonzales Torres, Perfect Lovers, 1991.


Felix Gonzalez-Torres'in 'Perfect Lovers' eserine ilk bakışımızda sadece iki asenkron saat görürüz. Bu çalışmasında aynı anda aynı saati gösteren iki saatin zamanla senkronizasyonu bozulur ve saatlerden birisinin pili daha çabuk biter. Sanatçı burada sadece iki saatle. iki sevgiliyi ve ölümü şiirsel şekilde anlatmayı başarmıştır.

Felix Gonzales Torres, İsimsiz, 1991


Ross, 1990 yılında öldü. Torres, sevgilisinin öldüğü gün İsimsiz adlı bir başka çalışmasını New York sokaklarındaki reklam panolarına yerleştirdi. Yatak boştu, yastıklar ise bitişik. Torres, sevgilisinden 6 yıl sonra aynı amansız hastalığa yakalanarak 38 yaşında hayata gözlerini yumdu.




Kaynak: www.mimarcasanat.com, www.salom.com


21 Temmuz 2022 Perşembe

Sanatta Venüs

Hepimizin bildiği gibi Venüs imgesi sanatta bir çok şekilde işlendi. Tabii bir çok temsili var ama ben seçtiğim bir kısmını paylaşacağım. Hadi gelin birazcık bunu inceleyelim, neler yapılmış bir görelim :)


Venüs, Roma mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçasıdır ve daha önce gelen Yunan mitolojisinde Afrodit olarak bilinir. Venüs figürü, Antik Yunan ve Roma kültüründe sıklıkla betimlenir ve yüzyıllar içerisinde, antik ve sonraki dönemlerde, birçok heykeli de yapılmıştır. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Avrupa’da yapılan arkeolojik çalışmalarda bulunan, vücudu abartılı şekilde betimlenmiş çıplak kadın figürinlerinin bir bereket sembolü ya da belki de bir ana tanrıça kültünü temsil ettiği düşüncesi, bu figürinlerin de “Venüs figürini” olarak anılmasına neden olmuştur. Figürinler bereket tanrıçası, kadınlık simgesi, o dönemin güzellik algısının bir yansıması ve hatta kadınların kendi kendilerinin bir tasvirini yapması gibi bir çok farklı şekilde yorumlanmıştır.



Hohle Fels Venüsü, Günümüzden 35,000 ila 40,000 yıl önce


Hohle Fels Venüsü bugüne kadar keşfedilen (ve uzmanların tarihlendirilmesini kabul ettiği) en erken insan temsilidir.



Willendorf Venüsü, Günümüzden 28,000 ila 25,000 yıl önce



Paleolitik dönemde yapılmış bir Venüs figürinidir. Figürinde bereket ve doğumla ilgili vücut bölümlerinin vurgulanmış olması figürinin bu kavramla alakalı olabileceğini düşündürür. Figürün görünür bir yüzü yoktur. 




Monruz Venüsü, Günümüzden 11 bin yıl önce


Geç Üst Paleolitik döneme ait bu Venüs figürüni, stilize bir insan vücudunu gösterir.



Sandro Botticelli, İlkbahar, 1478


Farklı bir şekilde sağdan sola okunan Botticelli'nin sanat eserinde karakterlerin birleşimi için tatmin edici bir açıklama verilmemiştir. Ortada Venüs sonsuz bir daire içinde dans eden Üç Güzel'e işaret etmektedir. Aşk tanrısı Cupido orta figürü çevreleyen kemerin üzerinde uçarken, bütün temanın aşk olabileceğini ima eder. Çiçekler ve orman en maliyetli duvar süsü olan duvar halısını taklit etmek için resmedilmiştir.



Sandro Botticelli, Venüs ve Mars, 1485



Rönesans döneminde, ressamlar konu olarak çoğu kez güzel figürler ve fon olarak kullanabilecekleri güzel dekorlardan dolayı antikçağ tanrı ve tanrıçalarını seçtiler. Ayrıca alegori için de yararlı olabilirlerdi. Burada Venüs hoş bir şekilde arkasına yaslanmışken, Mars bitkin bir şekilde yatmıştır; Venüs haşin savaş tanrısını eğlendirebildiği sürece yeryüzünde barış olacaktır.



Sandro Botticelli, Venüs'ün Doğuşu, 1482–1486


Botticelli, Venüs'ün Doğuşu'nu betimleyen tablosunu boyadığında yıl 1478'dir. Hristiyanlığın güçlenip yaygınlaşmasıyla gözden düşen Venüs kültü ve ikonografisi Botticelli'nin fırçasıyla yaşama dönmüştür. Bin yılı aşkın bir aradan sonra, Adem ile Havva figürleri dışında ilk kez bir kadın figürü çıplak olarak resmedilmiştir. Venüs'ün (ya da Yunan adıyla Aphrodite'in) denizdeki köpüklerden doğduğuna değin söylenceye uygun bir betimlemedir Botticelli'nin resmi. Venüs batı rüzgarı tanrısı Zephyros'un üflemesiyle ağır ağır kıyıya yanaşan bir istiridye kabuğunun içinde Antik Yunan yonut sanatçılarının geliştirdiği klasik 'S' duruşuyla betimlenmiştir. 



Peter Paul Rubens, Paris'in Yargısı, 1636


Rubens bu konunun çeşitli yorumlarını resmetmiştir; çünkü giysilerin gereksiz olduğu, cennet gibi bir manzarada üç güzel kadını tasvir ettiği bu öyküden çok keyif almıştır. 

Bu yorumda, Paris bir çoban kılığında gösterilir. Muhteşem güzellikteki çıplak üç tanrıçayı seyretmektedir, onların yandan, önden ve arkadan pozlarına hayranlıkla bakarken Merkür elinde tuttuğu ödül olacak elmayı yukarı kaldırır. Minerva baykuşuyla (zırhını çıkarıp arkasına bırakmıştır), Venüs oğlu Cupido ile, Juno ise tavuskuşu ile görünmektedir.



Salvador Dali, Venüs’ün Rüyası, 1939


Dali New York Fuarı'nda bu fantastik oyun evini tasarladı. Kullanıcılar bir çift kadın bacağından içeri girer ve kendilerini üstsüz deniz kızları, su perileri ve hatta ıstakozlarla eğlenirken bulurlar. Girişin hemen üstünde Botticelli'nin Venüs vardır. Bir kez daha Venüsümüz tepeye çekildi.



Alain Jacquet, Kamuflaj Botticelli, 1963-1964


Genellikle Amerikan Pop Art hareketiyle ilişkili olan Fransız sanatçı Alain Jacquet, Venüs’ü ve kabuğunu bir benzin pompası olarak mizahi bir şekilde yeniden canlandırmıştır.



Niki de Saint Phalle, Siyah Venüs, 1965–1967 



Bir başka Venüs yorumlaması, sanatçı Niki de Saint Phalle tarafından gerçekleştirilmiştir. Sanatçı, toplumda kadının değerini irdeleyen eserler üretmiş olup kadının gücünü ve özgüvenini sembolize edebilecek devasa boyutlarda yuvarlak hatlara sahip, Fransızcada kadın anlamına gelen “Nadas” adlı yapıtlar üretmiştir. Sanatçı bereket ve sevgi temsili olan Willendorf Venüs’ünden esinlenerek yaptığı heykellerden bir tanesi “Siyah Venüs” adlı çalışmadır. Sanatçı yapmış olduğu Siyah Venüs çalışmasını; be- reket ve doğurganlığı önemli hale getirerek, ideal güzelliğin savunduğu oranların aksine abartılı oranlarda siyah bir tene sahip kadın olarak gerçekleştirmiştir.



Michelangelo Pistoletto, Paçavraların Venüs'ü, 1967


Arte povera (Yoksulluk) akımının öncülerinden ve çağdaş sanatın en önemli isimlerinden biri olan Michelangelo Pistoletto’nun 1987 tarihli Paçavraların Venüs'ü adlı yapıtı, eski kıyafetlerden ve paçavralardan oluşmuş bir yığının önüne yerleştirilmiş bir "Venüs" heykelinden oluşmaktadır. Dünya hâkimiyetinin batılı perspektiflerini ve merkez/çevre basmakalıplarını tüm dünyada konuşulmadan önce sorgulayan öncü bir yapıt olma özelliğini taşıyor. Bu yapıtında, Michelangelo Pistoletto, aşk tanrıçası Venüs’ü betimleyen klasik bir heykelin röprodüksiyonunu kullanıyor. Heykelin duruşu, meşhur efsanedeki, yıkanmak için suya giren Venüs’ün bir şeye şaşırdığı ve elleriyle bedenini örtmeye çalıştığı anı temsil eder. Genellikle böyle bir yapıt, izleyicinin, duruşun erotik biçimin görebilmesine izin verecek şekilde, ön taraftan izlenir. Oysa Pistoletto, heykeli, yüzü bir paçavra yığınına doğru dönmüş şekilde yerleştirerek, yapıtın geleneksel anlamını değiştirir ve esprili bir alternatif öykü önerir: Venüs çıplak bedenini artık bu paçavralarla örtebilecektir. Sanatçı bu yolla, gündelik malzemeler lehine geleneksel değerlere ve estetik yaklaşımlara sırtını dönen, sanat konusunda yeni bir demokratik anlayış önerir.




Orlan, Striptiz, 1974-1975


Orlan, vücut modifikasyonunu kullanan ve bir tür kendi kendine portre biçimi olan beden sanatının öncü sanatçılarındandır. Bu striptiz fotoğraflarında soyunurken bedenini sanat tarihini ifade etmek için kullandığını belirtir. Botticelli'nin Venüs’ün Doğuşunu taklit etmektedir.



Andy Warhol, Venüs'ün Doğuşu, 1984 


Andy Warhol tarafından yapılan Venüs’ün Doğuşu sanatçının Rönesans döneminden şaheserleri aldığı ve bir pop art spin ile birleştirdiği Rönesans portföyünün detaylarının bir parçasıdır. Botticelli’nin orijinal Venüs eseri tüm vücudu ile ayrıntılı bir arka plana sahip olmasına rağmen, Warhol yüzüne ve akan saçlarına odaklanmayı seçmiştir.



Joel-Peter Witkin, Venüs’ün Doğuşu 1988


Klasik güzellik kurallarına karşı çıkan bir diğer sanatçıda Joel-Peter Witkin olmuştur. Sanatçı özellikle kurguladığı ve izleyiciyi rahatsız edecek figüratif düzenlemeler üzeriden çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu bakış açısı ile yeniden yorumlayıp ürettiği çalışmalar arasında “Venüs'ün Doğuşu” adlı eserindeki Venüs’ü hermafrodit bir insan olarak yansıtmıştır. Sanatçı, kalıplaşmış güzellik anlayışına bu yapıt ile kadın güzelliğine eleştirel bir bakış açısı kazandırmıştır. Venüs’ü çift cinsiyetli bir insan olarak tasvir etmiş olup, toplumun görmezden geldiği sorunları irdeleyerek bu yöndeki yasakları ve önyargıları yıkmaya çalışmıştır.



Fernando Botero, Broadgate Venüs, 1989


İngiltere’nin Londra şehrinde, bir halk meydanına yerleştirilen Fernando Botero bu eseri yaklaşık olarak 5 ton ağırlığındadır. Sanatçı bu çalışmasında, akıllarımıza Willendorf Venüs’ünü getirmektedir. Her iki Venüs’de, ağır ve abartılı bir vücut yapısına sahiptir.



Susan Grabel, Venüs, 1999


Tanrıça Venüs’ü yorumlayan bir başka sanatçı da Susan Grabel olmuştur. Sanatçı güzelliği ile ünlü tanrıça Venüs’ü, güzelliğinin aksine zamanın kadın bedeninde meydana getirdiği tahribatları en yalın bir görüntü ile kağıt hamur kullanarak yansıtmak istemiş ve güzellik algısına eleştirel olarak yaklaşmıştır. 



Jose Sancho, Haleli Venüs, 2008



Jose Sancho, Gebe Venüs, 2006


José Sancho, yarattığı kadın gövdelerinin şehvetli niteliğini gizlemek bir yana, ön plana çıkarır. Bu gövdeler önden simetriktir, fakat yandan bakıldığında içbükey ve dışbükey formların oluşturduğu zıtlık eserlere hareketlilik katar. Saydam etkiler yaratmak sanatçının ilgisini çeker. Bazen bu şeffaflığı mermeri arkasındaki şekiller belirginleşene kadar incelterek elde eder, bazen de malzemeyi deler veya ikiye böler. Annelik sanatçının oldukça ilgisini çeken bir temadır ve bu da neden sık sık gebe gövdeler yaptığını açıklar. Eserlerinde erkek-dişi ikiliği de karşımıza çıkar. Sanatçı, aynı anda hem bütünleyici hem de çelişik olarak algılanan zıtlara duyduğu ilgiyi vurgular: Onlar yüz yüze gelmiş Hermes ve Afrodit’tir.



David LaChapelle, Venüs’ün Yeniden Doğuşu, 2009 


David LaChapelle çalışmaları, düzenli olarak sanat tarihine gönderme yapan ve sosyopolitik yorum yapan bir fotoğrafçıdır. Sanatçı fotoğraflarında postmodernitenin aşırılığını ve anlam krizini eleştirel bir dille yansıtan, popüler kültür ve bu kültür içinde anlamını yitiren klişeleri en abartılı biçimde yansıtarak, izleyiciye ironik ve eleştirel bir yaklaşım sunmaktadır. Resim sanatına ait yapıtları fotoğraflar aracılığıyla yeniden üretmektedir.



Jeff  Koons, Balon Venüs, 2012


Jeff Koons, Venüs'ü bizlere tekrar anaç ve bereket tanrısı olarak göstermiştir. Popüler kültür söylemleriyle sanatçı tarafından yeniden yorumlanmış olan “Balon Venüs” adlı eser, “Willendorf Venüs” referans alınarak yapılmıştır. Sanatçı herkesin anlayıp zevk alabileceği çalışmalar üretmek istiyorum söylemi ile Balon Venüs'ü gerçekleştirmiştir.



Jonathan Thorpe, Heather’ın Rönesansı, 2014


Fotoğraf sanatçısı Jonathan Thorpe 2014 yılı başında kanser ve Venüs temalı bir proje gerçekleştirmiştir. Sanatçı, kemoterapi gören Heather Byrd ile Boticelli’nin “Venüsün Doğuşu” tablosunu hastane ortamına uyarlayarak yeniden kurgulamıştır. “Heather’ın Rönesansı” olarak isimlendirilen çalışmada, fotoğrafın merkezinde Venüs çıplak ve kel olarak konumlandırılmıştır. Etrafı hemşire ve doktorlarla çevrilidir. Venüs’ün giysileri ve sarı peruğu yerde durmaktadır. Sanatçı yapmış olduğu bu çalışma ile kemoterapi görenlere, güzelliğin belirli kural ve ölçütlere bağlı olamayacağını vurgu yapmaktadır.




Hans-Peter Feldmann, Medici Venüs, 2014


Feldmann, yapıtlarında genellikle toplum, cinsellik ve medyayı irdelemektedir. Sanatçı “Medici Venüs” adlı çalışmasında hem eski hem de modern kopyalarına duyulan saygıyı sarsmayı amaçladığını belirtmiştir.


Venüs’ün, sanat tarihindeki güçlü konumu onu etkili bir sembol haline getirmiştir. Antikçağ güzellik kavramının, artık sanatçılar tarafından sorgulanabilir olması ve Venüs’ün artık çağa uyarlama isteği ile farklı yorumlamaları da beraberinde getirdiği anlaşılmaktadır. Her dönem sanatçıların çalışmalarında yer verdiği Venüs imgesiyle, zıt kavramlardan ya da ikilemlerden yararlanarak sorgulamayı güçlendirmeyi hedefledikleri anlaşılmaktadır. Çağın değişen güzel kadın algısı, farklı Venüs yaratımlarına da olanak sağlamaktadır.



Kaynak: peramuzesi.org, idildergisi.com

10 Temmuz 2020 Cuma

Sesini Tüm Dünyaya Duyuran Güçlü Bir Kadın: "Artemisia GENTILESCHI"

Merhaba sanatsever blog okurları :) Bugün mücadelesine, sanatına, sanatçılığına, aklına, üslubuna büyük hayranlık duyduğum muazzam bir kadın olan "Gentileschi"den bahsedeceğim. Hikayesini ilk duyduğumda çok etkilenmiştim ve araştırırken Gentileschi'nin "Holofernes’in Başını Kesen Judith" çalışmasını Caravaggio'yla karşılaştırmıştım. İkisi arasında bariz olarak gördüğüm fark Judith'in yüzündeki öfkeydi.. Caravaggio'nun eserlerini her zaman kusursuz ve büyüleyici bulmama rağmen, belki Gentileschi'nin yaşamını öğrenmiş olmanın duygusallığıyla baktığımdan olsa gerek bu kez Gentileschi'nin eserindeki ifadeler beni daha çok etkiledi. Aşağıda bunlara ayrıntılı bir şekilde yer vereceğim ancak hemen öncesinde Artemisia Gentileschi'yi tanıyalım. Keyifli okumalar.. :)


Simon Vouet - Artemisia Lomi Gentileschi'nin portresi, 1623-1626

Artemisia Gentileschi Kimdir?

Bulunduğu dönemde kadının var olma mücadelesinin simgesi olan Artemisia Gentileschi, 1593’de Roma'da doğdu. Kadın olduğu için sanat okullarında eğitim alamayan Gentileschi, İlk eğitimini Caravaggio çizgisinde barok bir ressam olan babası Orazio tarafından aldı. O dönem Avrupa’sında Anatomi ve nü çizimler uygun görülmediği için kadın ressamlar genelde natürmort çalışmalar yapıyordu. Fakat Gentileschi bu durumun aksine işlediği mitolojik ve dinsel konularda figürlerini çıplak olarak resmediyordu.

Sanatçı, resimlerinde yer alan kadınları ise güçlü kendinden emin ifadelerle yansıttı. Babası Artemisia’nın perspektif eğitimi alabilmesi için Floransalı manzara ressamı olan Agostino Tassi ile anlaştı. Fakat o zaman daha 19 yaşında olan Gentileschi, Tassi’nin tecavüzüne uğradı. Babası Tassi’yi mahkemeye verse de bir sonuç alamadı. Artemisia, Bunu sanatında adeta bir silaha çevirerek tepki verdi. İncil’deki Judith öyküsünü pek çok kez resmetti. Bu çalışmalarında Judith’i, Holofernes’i kılıçtan geçirirken çizdi. Resimde güçlü hizmetkârları Holofernes’i tutarken, diğer kadın boğazını kesiyordu. Kanın etrafa sıçradığı sansasyonel bir resimdi bu çalışma. 










Judith Slaying Holofernes, 1613 - Artemisia Gentileschi


Judith Beheading Holofernes, 1598 - Michelangelo Merisi Caravaggio 

Davadan sonuç alınamaması ve Roma da yayılan dedikodular yüzünden Artemisia Gentileschi, 1612’de ressam Pietro Antonio Satiattesi ile evlenerek Floransa’ya taşındı. Floransa’da kaldığı zamanlar da eğitimine devam eden Gentileschi, aynı zamanda Medici ailesinin beğenisini kazandı ve pek çok soyludan siparişler almaya başladı. 1616’da Academia del Disegno akademisine ilk kadın üye olarak kabul edildi. Cenova, Venedik ve Roma gibi şehirlerde bir süre çalışan sanatçı daha sonra 1630 yılında Napoli ’yerleşti. Gittikçe ünü yayılan Artemisia, öyle ki İspanya Kralı IV.Feliipe’den dahi sipariş aldı.

Dönemin ahlak anlayışına uymadığı için eleştirilen Artemisia Gentileschi, çalışmalarında engellemeler ve kısıtlamalarla karşılaşsa dahi sürekli mücadele etti ve inandığı yoldan geri dönmedi. Yirmili yaşlarda yaşadığı trajik olaylar nedeniyle Gentileschi, çalışmalarında şiddet sahnelerine sıkça yer vermiş ve yaşadığı acıları, duyguları resimlerine eklemiştir adeta. Holefernes’in kafasını kesen Judith adlı çalışmasında ne kadar Caravaggio’nun aynı konulu çalışmasından etkilendiği söylenilse de kompozisyona baktığımız da çok daha farklı bir sahne karşımıza çıkar.

“Judith ve Holofernes” İncil’de geçen bir temadır. Bethulia şehri Asur ordusu tarafından kuşatılır. Bu şehirde yaşayan güzel ve zengin bir dul olan Judith, yanına hizmetçisi Abra’yı da alarak düşman karargâhına girer ve kışkırtıcı kıyafet ve tavırlarıyla komutan Holofernes’in dikkatini çekmeyi başarır. Holofernes, o gece kadını baştan çıkarmak amacıyla bir ziyafet düzenler ve sonunda içkiden sızıp kalınca, judith adamın kılıcını alarak başını gövdesinden ayırır ve kesik başı alıp şehre geri döner. Ertesi sabah, Asur askerleri generallerinin öldüğünü görünce kuşatmayı kaldırıp çekilirler; böylece şehir kurtulmuş olur ve Judith de kahraman ilan edilir. Caravaggio’nun Judith’i, şık giyimli genç bir kadındır ve kılıcı alışık olmadığı bir ev işini yaparken hanımefendi edasıyla, yüzündeki tiksintiyle ve güç olan işleri kolaylıkla yapar vaziyette karşımıza çıkar. Zaten yaşlı olan hizmetçisi Abra olaylara karşı bir direnme sergilemez efendisinin yanında öylece durur.

Artemisia Gentileschi’nin Judith’i ise, daha olgun ve fazlasıyla cesur bir kadındır. Sıkıca ve kararlılıkla tuttuğu kılıcıyla güçlü kadın imgesi verir. Hizmetçisi olan Abra daha gençtir burada ve sahibine yardım eder. Holofernes’in göğsüne bastırarak kımıldamasına engel olur. Holefernes ise kollarıyla iki kadına direnmeye çalışmaktadır. Kesilen boynundan fışkıran, yatağa akan kanlar olayın şiddetini daha da belirginleştirir.

Sanatçının bu çalışmasında Holofernes’in yüzünü Tassi’yi model alarak oluşturduğu söylenir. Artemisia için Caravaggio’nun Judith kahramanını çok pasif ve duygusuz bulduğu söylenir. Boğazını keserek bir erkeği öldüren kadının yüz ifadesini ve duruşunu gerçekçi bulmaz ve Caravaggio’nun, bir kadının ruh haline odaklanamadığını düşünür. Ve kararını verir. “Ben, Kadının Düşüncelerini Resmetmek İstiyorum” Aslında Floransa Uffizi Galerisi’nde sergilenmekte olan bu yapıt, 400 yıl öncesinden günümüze ulaşan bir intikamın öyküsüdür.

Sanatçının bugün bilinen 34 adet tablosu bulunmaktadır. Fransız yönetmen Agnes Mertlet’in yönettiği Artemisia adlı 1977 tarihli film, görüntü açısından beğenilse de Artemisia ve Tasso’nun aralarında yaşananları romantik bir şekilde verdiği için ticari amaç güdüldüğü düşünülmüş ve çok ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Sanat tarihinde ismi pek anılmayan Artemisia Gentileschi, yaptığı çalışmalarla ataerkil yapının aksine kadınları güçlü, cesur göstererek feminist sanatçılar kervanına katılmış ve dönemin algısına adeta başkaldırmıştır.







Kaynak: www.sanatkaravani.com

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Server Demirtaş ve Kinetik Heykelleri

Ben Server Demirtaş'la ve çalışmalarıyla geç tanıştım ama tanımadığım yıllara inat daha büyük saygı duydum. Çok yakın bir arkadaşımın Server Demirtaş'ın çalışmasını yollamasıyla araştırmaya başladım, sonrasında takip etmeye devam ettim. Üstad'ın yaptığı işlere o kadar büyük bir hayranlık duyuyorum ki anlatabilmem mümkün değil. Hala tanımayanlar varsa endişesiyle bu başlığı açmaya ve her şeyi paylaşmaya karar verdim. 
O halde zaman kaybetmeden başlayalım. 😊



Server Demirtaş

1957 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Server Demirtaş, 1977 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girer. İsmi daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülecek Akademi’de Devrim Erbil atölyesinde eğitim alan sanatçı, 1984 yılında mezun olduktan sonra Türk soyut sanatının önde gelen isimlerinden Adnan Çoker ile ortak çalışmalarda bulunur. Resim bölümünden mezun olmasına rağmen; gerek eğitim süreci gerekse daha sonrasında gerçekleştirdiği çalışmalarda üçüncü boyutun olasılıklarını arayan ve kendini her zaman bir heykeltıraş olarak konumlayan Demirtaş’ın ilk dönemlerinde gerçekleştirdiği, gazeteleri PVC’yle kaplayıp katmanlardan oluşturduğu üç boyutlu yerleştirmeleri dönemi için öncü ve ses getiren çalışmalardır. 1987 yılında Mimar Sinan Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve dönemin en yenilikçi çağdaş sanat sergisi olan “Yeni Eğilimler Sergisi”nde Başarı Ödülü alan sanatçı, 1989 yılında bir diğer önemli sergi olan “Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi”nde Resim Heykel Müzesi Jüri Ödülü’nü kazanır.



Demirtaş’ın sürekli değişimi arayan yenilikçi sanat anlayışı 1997 yılında farklı makine parçalarını bir araya getirerek oluşturduğu hareketli heykeller dönemini başlatır. Hiçbir mühendislik eğitimi almayan sanatçının oldukça uzun süreçler gerektiren mekanik heykelleri, Türkiye’de kinetik heykel sanatının önemli örneklerindendir. Demirtaş’ın heykellerinin oluşum aşamasında kullandığı otomobil cam sileceğinden, bisiklet frenine değin uzanan hazır malzemelerin, sanatçının buluşu olan yöntemlerle bir araya getirilerek çarklar aracılığıyla hareketi sağlaması, 12. yüzyılda El Cezeri’nin robotlarından, 15 ve 16. yüzyılda Leonardo da Vinci’nin makinelerine ve 20. yüzyılda Jean Tinguely’nin kinetik heykellerine kadar uzanan bir yolculukta bilim ile sanat, teknoloji ile insan gibi ilişkiler üzerine yeniden düşünmemizi sağlar. Günlük hayatın hızı içinde yakalanamayan ve gittikçe mekanikleşen bir takım insani duygular, Demirtaş’ın mekanik heykellerinde adeta ağır çekime alınarak etkileyici bir gerçeklikle izleyiciye aktarılırken, heykeline can vermek isteyen Pygmalion efsanesinden beri süregelen ‘sanatçı ve yaratıcılık’ arasındaki ilişkiyi de gözler önüne serer.




Sanatçının son dönemde yaptığı çalışması "Çığlık" hakkında yaptığı açıklama ise şu şekilde:

“Benim çok iyimser bir sanatçı olduğumu düşünüyorlar ama ben aslında karamsarım. Bu heykelimi de karamsar bir şekilde yaptım. Dünyanın iyi gittiğine herşeyin daha güzel olacağına inanmıyorum” diyen Server Demirtaş, heykelin babasının hastalığının ağırlaştığı sıralarda ortaya çıktığını söylüyor ancak bu dönemde yalnızlaştırılan ve yalnız bırakılan yaşlılara da dikkat çekiyor ve heykelini onlara adıyor:

“Yaptığım bu iş sosyal medyada görünmesiyle herkes, salgınla, 65 üstünün hain bir şekilde solunum cihazsız ölüme terk edişleriyle ilgili sandı. Öyle değil çok kişisel, Üç ay önce babamın rahatsızlığı üzerine başladım bu işe. Babamın durumu giderek ağırlaştı bu süreçte. Bu heykel bu esnada çıktı. Salgına denk düştü. O ruha. Herkesin ayrıştırıldığı, bir şekilde dünyadan uzaklaştırıldığı bir dönemde yaşlılar hiç olmadıkları ve aslında unutmak zorunda oldukları yaşlarıyla bu dünyada geçirmiş yıllarıyla yalnız bırakıldı. Elbette onlara adıyorum bu heykelimi…”







Kaynak: www.bozluartproject.com, www.sanatatak.com