Ben Server Demirtaş'la ve çalışmalarıyla geç tanıştım ama tanımadığım yıllara inat daha büyük saygı duydum. Çok yakın bir arkadaşımın Server Demirtaş'ın çalışmasını yollamasıyla araştırmaya başladım, sonrasında takip etmeye devam ettim. Üstad'ın yaptığı işlere o kadar büyük bir hayranlık duyuyorum ki anlatabilmem mümkün değil. Hala tanımayanlar varsa endişesiyle bu başlığı açmaya ve her şeyi paylaşmaya karar verdim.
O halde zaman kaybetmeden başlayalım. 😊
Server Demirtaş
1957 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Server Demirtaş, 1977 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girer. İsmi daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülecek Akademi’de Devrim Erbil atölyesinde eğitim alan sanatçı, 1984 yılında mezun olduktan sonra Türk soyut sanatının önde gelen isimlerinden Adnan Çoker ile ortak çalışmalarda bulunur. Resim bölümünden mezun olmasına rağmen; gerek eğitim süreci gerekse daha sonrasında gerçekleştirdiği çalışmalarda üçüncü boyutun olasılıklarını arayan ve kendini her zaman bir heykeltıraş olarak konumlayan Demirtaş’ın ilk dönemlerinde gerçekleştirdiği, gazeteleri PVC’yle kaplayıp katmanlardan oluşturduğu üç boyutlu yerleştirmeleri dönemi için öncü ve ses getiren çalışmalardır. 1987 yılında Mimar Sinan Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve dönemin en yenilikçi çağdaş sanat sergisi olan “Yeni Eğilimler Sergisi”nde Başarı Ödülü alan sanatçı, 1989 yılında bir diğer önemli sergi olan “Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi”nde Resim Heykel Müzesi Jüri Ödülü’nü kazanır.
Demirtaş’ın sürekli değişimi arayan yenilikçi sanat anlayışı 1997 yılında farklı makine parçalarını bir araya getirerek oluşturduğu hareketli heykeller dönemini başlatır. Hiçbir mühendislik eğitimi almayan sanatçının oldukça uzun süreçler gerektiren mekanik heykelleri, Türkiye’de kinetik heykel sanatının önemli örneklerindendir. Demirtaş’ın heykellerinin oluşum aşamasında kullandığı otomobil cam sileceğinden, bisiklet frenine değin uzanan hazır malzemelerin, sanatçının buluşu olan yöntemlerle bir araya getirilerek çarklar aracılığıyla hareketi sağlaması, 12. yüzyılda El Cezeri’nin robotlarından, 15 ve 16. yüzyılda Leonardo da Vinci’nin makinelerine ve 20. yüzyılda Jean Tinguely’nin kinetik heykellerine kadar uzanan bir yolculukta bilim ile sanat, teknoloji ile insan gibi ilişkiler üzerine yeniden düşünmemizi sağlar. Günlük hayatın hızı içinde yakalanamayan ve gittikçe mekanikleşen bir takım insani duygular, Demirtaş’ın mekanik heykellerinde adeta ağır çekime alınarak etkileyici bir gerçeklikle izleyiciye aktarılırken, heykeline can vermek isteyen Pygmalion efsanesinden beri süregelen ‘sanatçı ve yaratıcılık’ arasındaki ilişkiyi de gözler önüne serer.
“Benim çok iyimser bir sanatçı olduğumu düşünüyorlar ama ben aslında karamsarım. Bu heykelimi de karamsar bir şekilde yaptım. Dünyanın iyi gittiğine herşeyin daha güzel olacağına inanmıyorum” diyen Server Demirtaş, heykelin babasının hastalığının ağırlaştığı sıralarda ortaya çıktığını söylüyor ancak bu dönemde yalnızlaştırılan ve yalnız bırakılan yaşlılara da dikkat çekiyor ve heykelini onlara adıyor:
“Yaptığım bu iş sosyal medyada görünmesiyle herkes, salgınla, 65 üstünün hain bir şekilde solunum cihazsız ölüme terk edişleriyle ilgili sandı. Öyle değil çok kişisel, Üç ay önce babamın rahatsızlığı üzerine başladım bu işe. Babamın durumu giderek ağırlaştı bu süreçte. Bu heykel bu esnada çıktı. Salgına denk düştü. O ruha. Herkesin ayrıştırıldığı, bir şekilde dünyadan uzaklaştırıldığı bir dönemde yaşlılar hiç olmadıkları ve aslında unutmak zorunda oldukları yaşlarıyla bu dünyada geçirmiş yıllarıyla yalnız bırakıldı. Elbette onlara adıyorum bu heykelimi…”
Kaynak: www.bozluartproject.com, www.sanatatak.com