İzleyiciler

11 Aralık 2016 Pazar

DA VINCI'S DEMONS

Da Vinci'ye olan büyük saygım ve hayranlığım, hakkında fazlasıyla kitap okumama, araştırma yapmama sebep olmuştu.. :) Bu kadar büyük sevince Da Vinci Demons'ı da merak ettim tabiki.. 
Da Vinci Demons benim de severek takip ettiğim dizilerden biriydi ve 3. sezonuyla birlikte final yapan bu diziyi belki hala izlemeyenler vardır diye paylaşmak istedim.


Da Vinci’s Demons, ünlü düşünür, ressam, mimar, mühendis ve mucid Leonardo Da Vinci‘nin gençlik hayatı üzerine odaklanan televizyon dizisidir. Dizi, 25 yaşındaki Da Vinci’nin icatlarının anlatılmamış hikayesini keşfediyor. Ayrıca Mitraizm ya da Mitra’nın Gizemleri olarak bilinen mistik Roma kültü ile de alakalıdır.



Dizinin türünü en kısa haliyle “tarihsel fantezi ve macera draması” olarak özetleyebiliriz. 

Dizide, Da Vinci ve Medici ailesi üzerinden Floransa şehrinin o dönemki hali ve konumu, oradaki insanların kültürü ve yaşam şekli,

Papa Sixtus ve yeğeni Riario üzerinden ise Papa ve Vatikan‘ın o dönemki hali, konumu ve gücü anlatılıyor.

Dizide, Leonardo Da Vinci’nin normalde film ve dizilerde ihmal edilmiş olan gençlik yaşamı anlatılıyor. Da Vinci, o dönemde henüz genç ve hafif de çılgın bir mucit ve ressam. Bu sebeple o dönemde bilim ve sanata çok önem veren ve bunlarla ün salmış bir şehir olan Floransa‘da fark edilmesi uzun sürmüyor ve o dönemde Floransa’daki en güçlü aile olan ve Floransa’yı fiili olarak yöneten Medici Ailesi ile şehrin savunması amacıyla çalışmak için bir anlaşma yapıyor. Çünkü Papa ve Vatikan bilim ve sanatla bu kadar haşir neşir olan bir şehir olan Floransa’yı kendileri için bir tehdit olarak görüyor ve iki şehir arasındaki gerginlik her geçen gün tırmanıyor.

Da Vinci bir yandan Medici ailesi ile çalışırken, bu sıralarda bir mit olan ve Dünya’nın şifresini içinde barındırdığına inanılan “Yaprak Kitabı’nı” bulma görevinin de mistik bir karakter olanThe Turk tarafından kendisine verilmesi ile hayatı birden renklenmeye başlıyor. İşte 8 bölüm boyunca Da Vinci’nin Yaprak Kitabı’nı bulmak için atıldığı maceraları ve Medici Ailesi ile birlikte Vatikan’a kafa tutmasını seyrediyoruz. Dizide fantastik unsurlar olsa da, anlatım şekli ve işlenen konular ile Da Vinci’s Demon’s, 15. Yüzyılın ikinci yarısına bir bakış atmayı ihmal etmiyor.

KARAKTERLER



1. Leonardo Da Vinci ( Tom Riley )


Ana karakterimiz, Leonardo Da Vinci, bilgiye aç bir dahi ve bir maceraperesttir; ama şu an için gerçek arayışına cevap bulamadığı için hayal kırıklıkları yaşamaktadır. Leonardo, en sonunda tüm zamanların en ünlü ressamı olacaktır; hatta bazıları onu Hz. İsa’dan sonraki en bilinen figür olarak tanımlayacaktır; ama dizide biz onu sıradan bir adam olarak göreceğiz.

Dehası yükselmeye ve yıkıcı bir güç olmaya başladığında ise, bu durum hem onu hem de yaşadığı dünyayı değiştirecek ve modern Dünya’nın temellerini atacaktır. Ama şimdilik o, adalete özlem duyan sıradan bir adam. Annesi, ortalarda yok ve o, bu yüzden kötü bir halde.Babası ise onu küçümsüyor ve hor görüyor; Leonardo da bu durumdan da derin yaralar alıyor. Bu sebeple, hem The Turk‘ü hem de Verrocchio‘yu bir baba figürü olarak görüyor.


2. Lucrezia Donati ( Laura Haddock )


Lucrezia Donati, Floransa’daki eşlerden, metreslerden ve kutsanmış bir güzelliğe sahip kadınlardan biri. İşin aslı Lucrezia, Lorenzo‘nun metresi ve bu durum herkes tarafından bilinip, kabul edilmiş bir sır. Lucrezia üst tabakaya mensup olan kocası sayesinde, biraz statü elde etmiş olsa da, onun şöhretini artıran şey “Asil Metres” olarak tanınıp bilinmesidir. Güzel bir kadın olan Lucrezia, baştan çıkarıcı yeteneklerinin farkında ve istediği şeyleri elde etmek için onları kullanmaktan da çekinmiyor. Onun gücü belirsiz ve gizemli olarak kalabilmesinden geliyor.


3. Kont Riario ( Blake Litson )


Lord Girolamo Riario, Kutsal Roma Kilisesi’nin kontu ve önderidir; ayrıca Papa Sixtus‘un yeğenidir. Sadece seçkin birkaç kişi, onun gerçek soyunun farkındadır ve tıpkı Leonardo gibi Riorio da, toplumda kabul görme ve yerini sağlamlaştırma arzusunu taşımaktadır.

Kendini kutsal işlere adamasına rağmen, Papa Sixtus’un dünyevi arzuların ve bencil günahların pençesinde olduğunun farkındadır. Riario, Floransa’nın kutsal fikirlerin aniden bozulmasının başlıca örneği olduğunu fark ettiğinde ise, bunun sorumlusu olarak gördüğü Mediciler Ailesi‘ni yok etme görevini memnuniyetle kabul edecektir. Riario, her türlü kaynağı bu uğurda kullanacak kadar acımasız ve sabit fikirli biri olarak tasvir edilebilir.


4. Lorenzo Medici ( Elliot Cowan )


Lorenzo Medici isteksiz, gönülsüz bir liderdir. Kaba saba görüntüsüne rağmen, akıllı ve makul bir adamdır. Sanata olan sevgisi, onu bir prens, bir veliaht olmaktan çok bir şair olmaya itse de, daha çok küçük yaşta iken şartlar onu Medici Bankası‘nın lideri olmaya zorlamıştır. Böylece Floransa‘nın hukuken olmasa da fiili hükümdarı Lorenzo olmuştur.

Medici Bankası o dönem Avrupa’sının en etkili kuruluşlarından biridir. Ama bu bankanın hakimiyetinin zamanla rakip bankalarca sınanması da kaçınılmaz olacaktır. Lorenzo, Vatikan ve Papa Sixtus’u ise Floransa’nın düşmanları olarak görüyor.


5. Clarice Orsini ( Lara Pulver )


Clarice Orsini, 16 yaşında iken Lorenzo Medici ile evlenmiştir. Bu evlilik Mediciler Ailesi’nin sosyal statüsünü artırmak için, en büyük oğlunu asil sınıftan gelen bir kızla evlendirmek isteyen Lorenzo’nun annesi tarafından ayarlanmıştır. Clarice, ilk başta Floransa’da popüler bir kadın değildir; çünkü onun sıkı sıkıya bağlı olduğu dini kişiliği dönemin hümanist idealleriyle taban tabana zıttır. İkili arasındaki bu evlilikten doğan 9 çocuktan 3’ü daha bebekken ölmüştür; şu anda hayatta olan çocuklarının hiçbiri ise erkek değildir. İşte dizimiz, bu olayların akabininde başlıyor.

Evliliklerindeki tüm bu olaylara rağmen, Clarice kısa sürede kendisinin politik bir piyondan çok daha fazlası olduğunu herkese kanıtlamıştır. Zeki, sabırlı ve kendisini kocasına adamış bu kadın, eşi Lorenzo için de çok kıymetli bir danışmandır.


6. Zoraaster (Türkçe, zerdüşt anlamında) ( Gregg Chillin )


Zoroaster sevimli, komik ve yakışıklı olmasının yanında; ayrıca bir hırsız ve dolandırıcı, el altından ticaret yapan bir adamdır. Karakterimiz, Da Vinci’ye Floransa Şehri’nin yeraltı dünyasından haberler veriyor ve başka alanlarda da yardımcı oluyor. Diğerlerinin aksine, karakterimizin kendi sosyal statüsünü artırmak gibi bir gailesi de yok.

Zoroaster, bazen şikayet etse de Da Vinci’ye maceralarında gönüllü olarak yardım ediyor; ama bazen bu yardımların karşılığında bir bedel de istiyor. Leonardo, onu gerçek bir arkadaşıolarak görüyor. Karakterimiz, Leonardo’nun çırağı Nico‘ya da bildiklerini öğretmeye çalışmaktadır; ama Zoroaster’in Nico için olan dersleri, Nico’nun sadece temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik: Para kazanmak ya da kız tavlamak gibi.

Bildiğiniz gibi, Rönesans‘ın Avrupa’da iki önemli işlevi oldu: Birincisi, bilim ve sanatta gelişmeler, ikincisi, bu gelişmelerin getirdiği refah. Rönesans döneminde yaşayan bir adam olsa da Zoroaster’in bilim ve sanatı tanıtma, yükseltme gibi bir amacı yok; o daha çok Rönesans’ın ikinci getirisi ile ilgileniyor: Şarabın, kadınların ve eğlencenin tadını çıkarmak gibi…


7. Vanessa ( Hera Hilmar )


Zoroaster sevimli, komik ve yakışıklı olmasının yanında; ayrıca bir hırsız ve dolandırıcı, el altından ticaret yapan bir adamdır. Karakterimiz, Da Vinci’ye Floransa Şehri’nin yeraltı dünyasından haberler veriyor ve başka alanlarda da yardımcı oluyor. Diğerlerinin aksine, karakterimizin kendi sosyal statüsünü artırmak gibi bir gailesi de yok.

Zoroaster, bazen şikayet etse de Da Vinci’ye maceralarında gönüllü olarak yardım ediyor; ama bazen bu yardımların karşılığında bir bedel de istiyor. Leonardo, onu gerçek bir arkadaşıolarak görüyor. Karakterimiz, Leonardo’nun çırağı Nico‘ya da bildiklerini öğretmeye çalışmaktadır; ama Zoroaster’in Nico için olan dersleri, Nico’nun sadece temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik: Para kazanmak ya da kız tavlamak gibi.

Bildiğiniz gibi, Rönesans‘ın Avrupa’da iki önemli işlevi oldu: Birincisi, bilim ve sanatta gelişmeler, ikincisi, bu gelişmelerin getirdiği refah. Rönesans döneminde yaşayan bir adam olsa da Zoroaster’in bilim ve sanatı tanıtma, yükseltme gibi bir amacı yok; o daha çok Rönesans’ın ikinci getirisi ile ilgileniyor: Şarabın, kadınların ve eğlencenin tadını çıkarmak gibi…


7. Vanessa ( Hera Hilmar )


Nico’ya ilk baktığımızda; onun dertsiz, tasasız bir genç olduğunu ve kendisini bir çırak olarak ustası Leonardo da Vinci‘ye adamış olduğunu görüyoruz. Bu buz dağının görünen yüzü…

Nico Da Vinci ile olmadığında ise, genellikle Da Vinci ve Nico’nun ortak arkadaşı Zoroaster ile vakit geçiriyor. Zoroaster, hiç şüphesiz Nico’ya, Da Vinci ile kıyaslandığında faydasız şeyler öğretiyor; ama Nico onunla vakit geçirmeyi seviyor. Nico ve Zoroaster, Da Vinci’nin liderliğini takip etmenin onların başını belaya soktuğu konusunda genellikle hem fikir olsalar da, onu yarı yolda bırakmıyorlar. Tüm bu süreler boyunca, aslında Nico’nun istediği tek bir şey var: Çok beğendiği Vanessa ile vakit geçirmek…


9. Papa 4. Sixtus ( James Faulkner )


Gerçek ad ve ünvanı Kardinal Francesco Della Rovere olan Papa Sixtus, kendisinin kolaylıkla kontrol edilebilen ruhani bir mistik karakter olduğuna inanan meslektaşları tarafından Papa olarak seçildi. Arkadaşları onun mistik bir karakter olduğu konusunda haklıydılar; ama onun kolay kontrol edilebileceği yönündeki inançları tamamen haksızdı. Çünkü Papa Sixtus, kendisinin Tanrı olduğuna inanıyor ve Tanrı’nın adını kullanarak da Tanrı kadar güçlü olmaya çalışıyor ve bunu büyük ölçüde de başarıyor.

Sixtus yeğeni Riario‘nun aksine, uzun süreli stratejik planlar yaparak kendi gücünü artırmaya ve konumunu daha da iyileştirmeye çabalıyor. Her ruhun, özellikle de sanat ve bilimin öncüsü bir şehir olan Floransa’daki ruhların düştüğüne, ahlaksızlaştığına inanıyor. Bunun da insanları dinden uzaklaştırdığına ve hem kendisinin hem de kilisenin gücüne zarar vereceğine inanıyor. Bu yüzden Floransa’nın en büyük düşmanlarından biridir.


10. Giuliano Medici ( Tom Bateman )


Giuliana Medici, ağabeyi Lorenzo‘nun zekası ve gücünün gölgesinde kalmış küçük kardeşi. Lorenzo Medici, ailesinin beyin gücü (yasama organı) ise, Giuliano da Medici Ailesi’nin kas gücü(yürütme organı)dür. Yani Lorenzo’nun emir ve isteklerini Floransa halkına ulaştıran, onların uygulanmasını sağlayan adam. Lorenzo’ya göre fazla zeki sayılmayan, politik oyunlar ya da stratejilerden pek de anlamayan Giuliano, dizideki en iyi niyetli karakterlerden birisi. Çoğu zaman ağabeyine sözünü geçiremese ve onun sözünden çıkmasa da; en ufak bir haksızlıkta onun karşısında durabilecek kadar da cesur bir karakter.



11. Al-Rahim “The Turk” ( Alexander Siddig )


Al-Rahim ya da diğer adıyla gizemli Türk, Da Vinci’nin en büyük araştırması olan “Yaprak Kitabı’nı” bulmasında ona yardımcı olacak olan gizemli ve ruhani bir karakterdir. Türk aynı zamanda Da Vinci daha bebekken kaybolan ve bebekken dahi pek çok şeyi hatırlamasına rağmen, annesinin nasıl kaybolduğunu hatırlamayan Da Vinci’nin bunu hatırlamasına yardımcı olacak olan kişidir. Da Vinci’nin zekası ve dehasının farkında olan Türk, onun Yaprak Kitabı’nı bulmasının kaderinde olduğuna inanarak bu zor görevi Da Vinci’ye verir. Bu görevi boyunca Da Vinci’ye rehberlik ve yardım edecek olan kişi de tabii ki Türk’tür.



Kaynak: www.22dakika.org


10 Aralık 2016 Cumartesi

SANAT TARİHİ VE AKIMLARI

İnsanlığın Eskitaş çağlarından bu yana eserleri ile çizdiği grafik izlendiğinde, küçük avcı topluluklarından köylere, köylerden site hayatına, site hayatından kent devletlerine ve daha sonraları, imparatorluklar ile diğer çeşitli devlet yönetimlerine varılır. Toplumun yapı ve kültürünü oluşturan sonsuz faktörlerin kışkırttığı sanatçının eseri, dolayısıyla toplum-sanatçı ikilisinin ortak malı olur. Ancak eser, sanatçıdan çok toplum malı olarak kabul edilir. Bu nedenle sanatçıları, çeşitli kavim ve milletlerin adına göre sıralıyoruz. Bu açıdan bakma, sanat eserinin kişisel bir fantazi olduğu görüşünü de reddeder. Bu yüzden sanat eseri, toplumsal yapıyı ve düşünüşü yansıttığı oranda, sanatçı kişiliğini ve fantazisini de ortaya koymaktadır.

Réné Hygue’ün de dediği gibi sanat estetikle iç içedir. Çünkü çağların dünya görüşleri, aynı zamanda estetik görüşleri de yansıtır. Sanat eserinin bir dünya görüşü ürünü olduğu kabul edilince, Mısır mimarisinin neden bir Yunan mimarisinden farklı olduğu anlaşılır. Gene aynı şekilde, Hristiyan ve İslam toplumlarının neden ayrı birer dünya görüşünü yansıtan sanat eserine ihtiyaç duydukları da ortaya çıkar. Bu bakımdan biz, devlet yapısının ve inançların, sanat eserinde payları olduğunu anlıyoruz. 

Toplum kültürünün sanatçı için ne denli itici bir güç olduğunu biliyoruz. Örneğin, insan toplulukları site haline gelmeden önce, sanatçının teknik yönden geliştiğine tanık olmuyoruz. Site, sanatçı kabiliyetleri, devamlı bu yönde çalışmaya sevketmiş ve sonunda anıtsal sanatların ilk dönemi olan arkaik üsluplu eserlerin ortaya çıkmasında başlıca rolü oynamıştır. 

İnsanlık tarihi, büyük bölümler halinde üç önemli kültür dönemine ayrılır. Bunlar, yağma kültürü, tarım kültürü ve bilimsel teknoloji kültürüdür. İnsanlar bu kültür aşamalarının birinden diğerine geçebilmek için, binlerce yıl çabalamak zorunda kalmışlar ve dolayısıyla büyük acılara sebep olmuştur. Örneğin yağma kültüründen tarım kültürüne geçiş, yalnız kişisel ıstıraplarla atlatılmamış, aynı zamanda insanoğluna çok zor gelen, toplumsal yapılarının da tamamen değişmesine neden olmuştur. Çünkü yağma kültürü içinde yaşayan insan, yiyeceğini doğada hazır olarak bulmaya alışmıştı. İşte bu hazıra alışmadan, kendi ürettiği ürün ile yaşama durumuna geçiş, yağma hayatının bütün gereklerini terketmesini zorunlu yapmıştı. Primitif halk sanatları’nın doğuşu, site ile birlikte anıtsal mimarinin ortaya çıkışı, sanat eserinde kompozisyon fikrinin idrak edilmesi, büyük dinlerin belirmesi hep tarımsal kültür döneminde insanlığın malı olacaktı. 

Yağma kültüründen sitenin doğmasına kadar geçen zaman içinde, sanat eserlerinin üslubunda anıtsal nitelikler olmadığından, bu devrenin eserlerine ‘primitif halk sanatları’ diyoruz. Primitif halk sanatları, yarı tarımcı ve çobanlıkla geçinen toplumlarda gözleniyor. Bu sanatların diğer bir özelliği, devlet kuramamış aşiret topluluklarının sanatı olmasıdır. 



Primitif halklarda görülen resimlerin özellikleri :

Buzul Çağı’nın mağara içlerinde yapılmış olan hayvan resimleri, bu halklarda açık havadaki kayaların üzerine çizilmeye başlanmıştır. Ancak bu kez Buzul Çağı’ndaki gibi yalnız hayvan değil, insan resimlerinin yapılması da söz konusudur.ayrıca bu resimler, Buzul Çağı’nın tek tek yapılmış olan hayvan resimleri de değildir. İnsan ve hayvan , bir konu çerçevesinde bir arada resmedilmiştir. Yalnız konuya tahsis edilmiş belirli bir yüzey düşünülmemiş, konu herhangi bir yüzeyin, bir parçasına işlenmiştir. 

- Buzul Çağı’nın hayvan resimlerini karakteri, hayvanın göz önünde teşekkül eden optik görüntüsünde idi. İşte bu optik görüntü, hayvan resimleri için aynı kalmakta, fakat insan , şematik ve çizgi halinde gösterilmekteydi. Yani insan resmi, hayvan resmi gibi optik görüntünün gözdeki yansımasına göre değil, uzuvlarının idrak durumuna göre biçimlendiriliyordu. Demek ki insanın uzuvlarını idrak edip etmemesine göre, yapısal olarak uzuvların yan yana sıralandırılması söz konusu oluyordu. 

- Mağara çağının birbirlerini kesen ve birbirleri üzerine resmedilmiş olan figürleri bu kez birbirini kesmeyen fakat birbirleri ile ilişkili olarak, bu konu çevresinde toplanıyorlardı. 

- Cinsel uzuvların özellikle belirtilmesi, ilk kez primitif halklarda görülüyor. 

- İnsan figürlerinin iç formları belirtilmiyor. Figürler bir gölge resim halinde gösteriliyor. 

- İnsan başı önceleri gövde ve başa oranla, çok büyük resmediliyor. Sonraları ise başın oransız olarak büyüdüğü görülüyor. Bu dönem Buzul Çağı’ndan sonra ilk köylerin doğduğu sırada gözlemleniyor. - Resimlerde av ve savaş sahneleri , hayvan sürüleri, dini danslar konu olarak ele alınıyor. Yer yer tek bir hayvanın da resmedildiği görülüyor. 

Primitif halklar, devlet kurar kurmaz, siteler halinde yaşamaya başlıyorlar. İşte tunçun işlenmesi ve yazının keşfi de bu sıralara rastlıyor. Demek ki site ile tarih başlıyor. Böylece insanlığın yeni ihtiyaçları sanatta anıtsal nitelikli taş yapılara, heykellere biçim veriyor. Bu önemli oluşum sonucu, sanatta ‘arkaik üslup’ dediğimiz üslupta eserlerin doğması mümkün olmuştur. Arkaik üslup, anıtsal sanatların ilk aşaması olarak kabul edilir. Arkaik üslup özellikleri, her işi yapan köy insanı yerine, herkesin iş bölümü yüzünden ayrı bir meslek sahibi olduğu toplum ortamında oluşudur. Bu nedenle belli bir teknik yetkinlik, arkaik üsluplu eserin önemli bir isteği olarak belirmiştir. Ölçü birimlerinin tespiti de bu devrede görülür. Geometrik ve matematik ölçüler, yapıda geçerli olur. İş bölümü yüzünden sanatçı, kendi alanında yeterince çalışmış, sanat eserinin vasat el işinden farklarını anlamıştır. Daima kendi alanında çalıştığından, yeni gözlemlerini eski eskilerinin üstüne katmasını öğrenmiştir. Bu nedenlerle, arkaik üslupta çalışan bir sanatçının kişiliğinde, primitif halk sanatlarının sanatçısına oranla, çok farklı bir sanatçı kültürü doğmuştur. 


Arkaik resim sanatının özellikleri : 

- Arkaik resim sanatı, arkaik rölyef biçimlendirmesinin özelliklerini taşır.

- Primitif halk sanatlarının resim anlayışı, arkaik resmin ilk döneminde aynen görülür. Yani, çeşitli olayların şematik figürlerle ifade edilmesi devam eder. 

- Figürlerde, vücut cepheden, baş ve ayaklar yandan gösterilir. Vücut normal ölçülerinde gerçeğe yakın olarak gösterilir. Kompozisyon içindeki figürler birbirlerini kesmezler. - Yüzlerde kişisel ifade yoktur. Figürler belli kişileri temsil ederler. Figürlerin büyüklükleri toplumdaki mevki hiyerarşisine göre tespit edilir. 

- Figür resimleri daima yazı ile yanyana ve içiçedir. Resimler, dinlerin ya da devlet şeklinin yapısına göre temsil edici ya da hikaye edici bir özellik taşır. Resimler süs niyeti ile yapılmazlar. 

- Arkaik üsluplu resim, şematik, kaba ve katı biçimlerdedir. Bunlar, din ve devlet kurumlarındaki önemli kişilerin hayatlarını sembolik olarak yansıtırlar. Ya da o kişilerin bizzat kendisi olarak kabul edilirler. 

Arkaik üslup niteliklerinin giderek ‘klasik üslup’a varması, toplum yapısında ve teknik buluşlarda önemli gelişmelerin yapılmasını gerektirir. Arkaik dönemde, yani tarımsal kültürlerin arkaik devresinde, sanatçının tamamen din ya da devlet adamının emrinde olduğunu görüyoruz. Klasik üslup ise sanatçıya farklı bir görev yüklüyordu. Böylece ele alınan yapı dini değil, birinci planda saray ve devlet yapıları oluyor. Fakat devlet yapısında din kurumunun etkisi heniz çoktur. Böylece yeni bir sistem ve yeni bir dünya görüşünün ortaya çıktığı, eserlerin özelliklerinden anlaşılıyor. Eğitimden aile anlayışına, devlet kurumlarına, iş hayatına, devlet adamlarının yaşayış tarzlarına kadar her şey değişiyor. 


Klasik üsluplu resmin özellikleri : 

Konu gene insandır. İnsan yapısı, doğa gözlemine göre biçimlendiriliyor. Anatomi, doğru ve optik bir gözleme dayanıyor. 

- Resimde insan, bir mekan içinde gösteriliyor. 

- Resimlerde, tek ve üçlü figürler dikkati çekiyor. Pramidal kompozisyon, tablo resimlerinin biçimlendirilmesinde önemli bir düzen görüşü oluyor. 

- Profan konular, dini konuları ikinci plana itiyor. 

- Kapalı kompozisyon dediğimiz, bütün figürlerin tablo içerisinde yer aldığı resim düzeni, dikkatle uygulanıyor. 

- Resimlerde, tek bir noktadan gelen ışık değil, tablonun her tarafını aydınlatan üniversal ışık önem kazanıyor. Yani ışık-gölge, vücutları ile mekanı şekillendirmiyor. Işık-gölge, resim sanatının olgun klasik devresinde yavaş yavaş ortaya çıkıyor. 

- Vücut ve mekan, renk perspektifi ile değil, çizgi perspektifine göre hacimleştiriliyor. 

- Yüzlerin ifadesi heykelde olduğu gibi iç duyguları yansıtmıyor. 

- Arkaik resmin mantıki ve yüzeysel vücut biçimi, tamamen ortadan kayboluyor. Klasik üslup döneminden sonra, sanat eserlerinde başka bir biçimlendirme tarzı görülür. ‘Barok üslubu’ adı verilen bu dönemde krallıklar büyümüş, imparatorluk halini almıştır. Saray olanca haşmetiyle gelişmiştir. Kentler büyümüştür. Sanatçı bu kez imparatorun saray konuları yanında, halk tabakasının hayatını da resmetmeye başlamıştır. Bu bakımdan ressam ya da heykelci, bir yanda saray mensuplarını konu edinirken, diğer yanda halkın içindeki önemsiz kişileri de tasvir etmeye başladığından, kişilere özgü doğal güzelliğin keşfedildiği görülür. Barok üsluplu eserler, imparatorluklar gibi çok karışık unsurların kompozisyonudur. Bir kere barok, son derece detaylı bir sanat niteliğini taşır. Bu detaylılık, mimari olsun, heykel ve resim olsun aynıdır. Yapılar bir süs ve azamet hastalığına tutulmuş gibidir. 


Barok üsluplu resim sanatının özellikleri : 

Kompozisyon bakımından klasik üsluplu resmin özellikleri bu devrede ortadan kalkmaya başlar.Kompozisyon dağılır. Pramidal ya da üçlü kompozisyon yerini dağınık, diagonal düzenlere bırakır. Kapalı kompozisyon yerini açık kompozisyon alır. 

- Resim yüzeyi, mimari yüzeyler gibi parçalanır, ayrıntılaşır. 

- Vücut anatomisi küçük adalelere, damarlara kadar gösterilir. 

- Dolayısıyla sağlam duruşlu, klasik vücut kuruluşu dağılır ve yerini adeta bir adale yığını alır. 

- Klasik üslubun durgun yüz ifadesi, yerini hisli, ıstıraplı ve neşeli tavırlara terkeder. Duruk yüzler ve sade vücut hareketleri yerlerini teatral denilen mübalağalı, hissi duruşlara, yüzlere, mimiklere, el, kol ve vücut hareketlerine bırakır. Figürler, adeta tiyatro sahnesindeymişcesine pozlar takınırlar. Sahte hareketli bir figür topluluğu, süslü saray, ev ve kır atmosferi içinde kompoze edilir. 

- Lüks, süs, tantana, ipekli kumaşlar, boya, peruka, dans gibi dünyevi yaşamın fantazi züppeliği, resimlerin konusu olur. Hayvani arzuların hüküm sürdüğü sahneler ortaya çıkar. Günlük ve anlık janr resimleri ilk kez itibar görür. 

- Manzara resmi, resim sanatında müstakil olarak kandini ilk kez göstermeye başlar. Bu manzara ifadesi, klasik üsluplu resimlerde görülen hayali ve itibari manzaralara hiç benzemez. Bunlar doğa karşısında etüd edilmiş, figüre fon olmayan, müstakil açık hava resimleridir.

- Resimdeki hacim ifadesi ışık-gölge ile elde edilir. Klasik resmin üniversal ışık anlayışı ortadan kalkar. Mevzi, tek noktadan gelen ışık biçimlendirme de esas olur. 

- Klasik resimde görülmeyen etin ten rengi, ifade edilmeye başlanır. Şehvani duyguları belirten resimler ortaya çıkar. 

- Hikaye etme düşüncesi ile kompozisyonlar düzenlenir. 

- Çizgisel desenle biçimlendirilen klasik devre resminin objesi yanında, barok resim, boyanın resmedilen şeyin maddesini yansıtmasını amaç edinir. Boyanın madde güzelliği keşfedilir. Böylece tarihte ilk kez tuş resminin ortaya çıktığı görülür. Doğa güzelliği yanında resimde ilk kez beliren boya güzelliği, bir sanat değeri olarak kabul edilir. 

- Barokun son aşaması olan rokoko ile üslup gelişimi, süsleyici ve sahteci bir resim anlayışı içinde kendini tüketir. 

Tarımsal kültürlerin sanat üslupları, bu özellikler ile binlerce yıl devam eder durur. Ama sonunda tarım kültürü ve ekonomisi, yerini başka bir dünya görüşüne, başka bir kültür ve ekonomiye bırakır. Öyle ki, XIX. yüzyılın başından itibaren Parlementer- Bilimsel-Teknoloji çağı diye yeni bir çağ başlar. Artık tarımsal kültürün bütün değerleri iflas eder. Önce saray, sonra din ve kısa zamanda tarımsal kültürle ilgili bütün kurumlar değişir. Askeri taktiklerden aileye ve milli eğitime kadar herşey yerini yeni kurulan dünyaya göre ayarlar. Bu yeni oluşum, insanlığın büyük ölçüde çarpıştığı, birbirini yediği yeni bir dönemi hazırlar. Bilimsel araştırmalar, teknoloji ve parlementer düzen, sanatçıyı da yeni bir ortam içinde bırakır. Sanatçı artık ona görev veren sarayı yanında bulamaz ve yalnız kalır. Böylece sanat ilk kez, din kurumları ve saray dışında sanatçının kendi kişisel görüşlerini yansıtır. Bu yüzdendir ki, biz XIX. yüzyılın başından itibaren kişisel görüşlerin kaynaştığı bir akımlar devrinin açıldığını görüyoruz. Bilimsel Teknoloji Çağı’nın tarımsal kültürlerden ayrı, yeni bir arkaik, klasik ve barok sanatı ortaya çıkar.


TARİH ÖNCESİ ÇAĞLARDA ANADOLU

1-PALEOLİTİK ÇAĞ:

Bu dönem insanlarının ilk yerleşim yerleri doğa şartları nedeniyle mağaralar ya da kaya sığınakları olmuştur. Üretimden uzak, avcılık ve toplayıcılığın esas olduğu bu çağ insanlarının bıraktıkları kültür verileri genellikle, çakmak taşından yontularak oluşturulmuş delici ve kesici aletlerdir.

Avrupa'nın birçok yerinde mağaralarda bu döneme ait resimler bulunmaktadır. Örnek olarak Fransa'da Lascaux Mağarası, İspanya'da Altamira mağarası sayılabilir.

Anadolu'da Paleolitik Çağ'da yerleşim yerleri : Antalya Beldibi, Karain, Belbaşı, Öküzini, Adıyaman Palanlı, mağaraları v.b.


2-MEZOLİTİK ÇAĞ:

Paleolitik Çağ'dan büyük farklılık göstermez. Paleolitik Çağ ile Neolitik Çağ arasında bir geçiş dönemidir. Bu çağın en özgün buluntuları "mikrolit" diye adlandırılan çakmaktaşından yapılmış geometrik biçimli minik aletlerdir. Anadolu'da Mezolitik Çağ'da, Samsun Tekkeköy, Antalya Beldibi ve belbaşı kaya sığınaklarına rastlanmıştır.


3-NEOLİTİK ÇAĞ:

Yeni Taş veya Cilalı Taş Devri olarakda anılır. İlk üretim ve mağara dışında ilk köy yerleşimi başlamıştır. Yine bu çağda göçebeliğin yerini tarım ve hayvancılık almıştır. Anadolu'da Söğüt Tarlası-Urfa, Çatalhöyük-Konya, Hacılar-Burdur, Köşkhöyük-Niğde bu çağın önemli yerleşim merkezleridir.


4-KALKOLİTİK ÇAĞ:

Avcılığa olan ilgi azalmış, mağara duvarlarına yapılan avcılıkla ilgili duvar resimleri önemini kaybetmiş ve giderek ortadan kalkmıştır. Bu dönemde genellikle çeşitli çanak-çömlekler üzerine geometrik bezemeler biçiminde resim yapılmıştır. Anadolu'da Beyce Sultan-Çivril,Denizli , Fikirtepe-İstanbul, İkiztepe-Samsun ve Kumtepe-Çanakkale bu dönemin önemli merkezlerindendir.


5-MADEN ÇAĞI:

Maden Çağı dört kısımda incelenir:

Eski Tunç (M.Ö. 3000-2000)

Orta Tunç (M.Ö. 2000-1500)

Son Tunç (M.Ö. 1500-1000)

Demir Çağı (M.Ö. 1000)

Bu dönemde taş aletler yerlerini parlak perdahlı, yüzleri, kulpları, yiv biçimindeki bezemeleriyle madeni kapların taklit edildiği çanak çömleğe bırakmıştır. Anadolu'nun Maden Çağı, Orta Tunç döneminde itibaren tarih çağlarına girer. Bu çağdaki yerleşim alanları, güneyde Çukurova ve Amik bölgesinde, batıda Troia (Truva) çevresinde, İç Anadolu'da Ahlatlıbel, Polatlı-Gordion, Alişar, Alacahöyük ve Kültepe'de ağırlıklı olarak karşımıza çıkmaktadır.


İLK ÇAĞDA ANADOLU SANATI


1-HİTİT SANATI

Yakındoğu tarihinin Mezopotamya dışında en büyük kültürünü kurmuşlardır(M.Ö. 2000) Merkezleri Hattuşaş'tır . Korunma amacıyla yapılan surlar, kente girişi sağlayan kapılar yapılmıştır. Kapıların altında "Potern" denilen yeraltı yeraltı geçitleri bulunmaktadır.


2-FRİG SANATI

Merkezleri Polatlı yakınlarında Gordiondur (M.Ö. 8.yy). Megaron planlı (bir giriş holü ve bunu izleyen büyük salondan oluşan yapı) yapılar en fazla kullandıkları mimari yapı tipidir. Kaya mezarlarının yanısıra tümülüsler (toprak yığması ile oluşan yapay tepelerden meydana gelen mezar) aynı ölçüde önemlidir.


3-LİDYA SANATI

Merkezleri Sard'dır (M.Ö.2000). Lidya tümülüsleri taştan yapılan bir mezar odası ve buraya dıştan ulaştırılan yollar bakımından Frigya tümülüsünden ayrılır. Lidya Sanatında küçük el sanatları yaygındır. Lidya seramikleri biçim yönünden Yunan Seramiği'nden etkilenmiştir. Fildişi oymacılığı ve altın işçiliği ön sıralarda yeralır.


4-URARTU SANATI

Başkentleri Tuşpa (Van) dır (M.Ö. 9-6.yy). Saraylar, tapınaklar, kuleler ve benzeri eserler vermişlerdir.


ÖN ASYA UYGARLIKLARI


1-MISIR SANATI

Eski Krallık (M.Ö. 3000-2100)

Orta Krallık (M.Ö. 2100-1560)

Yeni Krallık (M.Ö. 1560-715)

Geç Dönem (M.Ö. 715-332)

Eski Krallık döneminde mezarlar basit odalar şeklindedir. Tuğla duvarlar ahşap ile kaplıdır. Bunların üzerinde asıl lahdin bulunduğu yer kirişlerle örtülür. Mezar odası ve tören yeri toprağın oldukça altındadır. Buraya genellikle ölü heykelleri konulur. Bu gelenek ölünün mumyalanması kadar önemlidir. Mezar odasının ve tören yerinin toprak altında olmasına rağmen, toprak üzerinde, kenarları eğimli dikdörtgen planlı bir yapı yer almaktadır. "Mastaba" adı verilen bu düzenleme ile birlikte piramitlere geçişin ilk adımı atılmış olur.

Mısır Mimarisi'nde Piramitler:

Keops, Kefren, Mikerinos piramitleri ile görkemli sfenks aynı döneme aittir. Bu eserler Gize Ovası üzerindedir ve Mısır'ın sembolü olarak kabul edilir.

Resim Sanatı :

Konu olarak, cenaze törenleri ve diğer dini gelenekler işlenmiştir. Bunların dışında hükümdara hediye sunuşlar, tarlalarda çalışan insanlar gibi değişik ve güncel konulara yer verilmiştir. Boya olarak, topraktan elde edilen doğal renkler; fırça olarakda ucundan püsküller çıkana kadar çiğnenmiş kamış kullanılırdı. Figürlerde, yüz profilden, gözler önden görülürmüşcesine yapılırdı. Vücutta, omuzlar kalçaya kadar cepheden, bacaklar ise profilden verilirdi.


2-MEZOPOTAMYA SANATI

Dicle ve Fırat nehirleri arası bölgeye verilen isimdir, iki nehir arası anlamına gelir. Sümerler astronomi ile yakından ilgilenmişlerdir. Yüksek tapınakları dini işlevinden ayrı olarak rasathane aracı olarak ta kullanulmıştır. Mısır piramitleri ile aynı dönemde yapılan bu kule-tapınaklar arasında birtakım benzerlikler vardır.

Heykellerinde, çoğunlukla ellerini göğsünün üstünde kavuşturmuş, tüylü bir kürk giymiş, tapınan insan figürleri tasvir edilmiştir. Kabarma konularında dönemin politik olaylarına yer verilmiştir.


ANADOLU'DA YUNAN - ROMA VE BİZANS SANATI


YUNAN SANATI

Mimari:

Yunan mimarisinin ortaya koyduğu en önemli yapı tipi tapınaklardır. Tapınaklar tanrının evidir. Dor Nizamı(Anadolu'da, Dor Nizamında yapılan tapınaklara bir örnek Assos'taki Athena tapınağıdır) , İyon Nizamı(Efes Artemis tapınağı), Korint Nizamı(Silifke civarında Uzunburç'ta bulunan Zeus Tapınağı) olarak bölümler halinde incelenir.

Heykeltraşlık:

1.Arkaik Dönem (7.yy) : Mısır ve Mezopotamya sanatının etkileri görülür. Frontal duruş devam etmektedir. Eller yumruk halinde aşağıya sarkıtılmıştır. Adaleler kabarık bir haldedir. Vücut tamamen çıplaktır. (örn. Delfi'de bulunan atlet heykeli)

2.Klasik Dönem (5. ve 4. yy): Vücut ağırlığının iki ayağa eşit olarak dağıtılması yerine ağırlık bir bacağa bindirilmiş ve böylece bünye düz bir hat yerine eğri bir hat çizerek daha gerçekçi bir görünüm kazanmıştır.(örn. Miron'un disk atan heykeli)

3.Hellenistik Dönem (M.Ö. 330-30) : Heykellerdeki tanrısal ifade ortadan kalkmştır. İnsan duyguları ve karakteri ana konu olmuştur. İdeal insan yerini sıradan insanlara bırakmıştır.(örn. Laakoon ve oğulları heykeli)


ROMA SANATI

Bu dönemde Tapınaklar,Forum,Bazilika gibi mimari kuruluşlar vardır. Amfitiyatrolar, hamamlar, stadyum, hipodromlar sosyal hayatı canlandırmıştır.

Romalılar Etrüsk yapı tekniği ve kireç harcı kullanarak kemer ve kubbe tekniklerini geliştirmiş ve bunlarla geniş mekanlı binaların üstünü kolaylıkla örtmüşlerdir. Roma'da M.S. 80'de yapılan Colloseum, Pantheon Tapınağı, Pompei'deki evler bu dönemin başlıca yapıtlarıdır. Heykellerinde ve kabartmalarında dini konular ağırlıktadır.


ERKEN HRİSTİYAN VE BİZANS SANATI

Bizans Sanatı , Roma İmparatorluğu'ndaki siyasal değişikliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Büyük ölçüde Roma Sanatı ile ilişkili bir sanat olmuştur. Hristiyanlığın yasak olduğu yıllarda dini ibadetlerini gerçekleştirmek için katakomplar yapmışlardır. Burada sembolik bir sanat vardır. Erken Hristiyan Sanatının gelişmesinde en önemli bölge Kapadokya bölgesidir. Bu alandaki kaya mezarlarında birçok resime rastlanır. Bizans Sanatı'nın dönemleri:

1.Erken Bizans Dönemi : 5. yy sonundan 726 yılına kadar devam eder. Bu dönemde Hellenistik ve Roma sanatı özellikleri Bizans sanatı üzerinde etkili olmuştur.

2.İkonoklaşma Dönemi : (726-842) Bu dönemde tasvir yasağı vardır.

3.Orta Bizans Sanatı : (842-1204) Bizans sanatının kendine özgü karakterini bulduğu dönemdir. İslam uygarlığı ile beraber, ilkçağın bilgi ve doğunun sanat zevkinin egemen kıldıkları bir dönemdir.

4.Son Dönem : 1261'den 1453'e kadarki son eserlerin verildiği dönemdir.


ORTAÇAĞ AVRUPA SANATI


ROMAN SANATI (900-1200)

Roman Sanatı'nın doğuşunu hazırlayan etken , kiliseyle devletin bir sanat yarışına girmeleri olmuştur. Tamamen dinin etkisindedir ve dini mimari görülür. Eski dönem bazilika planı esas alınmıştır. Fransa'da Saint Etienne Kilisesi, Almanya'da Spayer Katedrali, İtalya'da Modena Katedrali, Pisa Katedrali bu sanatın önemli örneklerindendir. Roman sanatında heykel mimariyle birlikte verilmiştir. Skolastik düşünce devam eder.

GOTİK SANATI (12. yy)

Yapılan eserlerin hepsinde bir bütünlük vardır. Çizgisel, sivri kemerli ve köşeli biçim anlayışı taş, ahşap ve mermer dakorasyonda da ele alınır. Gotik mimaride duvarlar önemini yitirmiş ve duvarlarda açılan kemerler ve vitraylarla kilisenin içi dış dünyaya açılmıştır. Fransa'da Notre Dame Katedrali, İngiltere'de Canterbury Katedrali, Almanyada Elizabeth Katedrali, İspanya'da Burgos Katedrali ve İtalya'da San Francesca Bazilikası Gotik Sanatın değerli örneklerinden bazılarıdır.

RÖNESANS SANATI (15. yy)

Avrupa'da Antik Yunan ve Roma medeniyetine ait unsurların ön plana alınarak sanat, edebiyat ve bilimde 15 ve 16.yy ilk yarısında gerçekleştirilen büyük gelişme Rönesanstır. Kelime anlamı "yeniden doğuş"tur. İtalya'da görülmeye başlanmış ve buradan Avrupa'nın birçok ülkesine yayılmıştır.

Ortaçağın skolastik düşünce sisteminin katılığı özellikle sanatçılarda büyük tepki yaratır. Kilisenin, din adamlarının, insanların inançları nedeniyle baskı yapmadıkları bir dünya özlemi başlar. Rönesansla birlikte artık dinin sanat üzerindeki etkisi azalır ve sanatçılar artık eserlere imzalarını atmaya, din dışında yapıtlar vermeye, tabiata ait motifler yapmaya başlarlar.

Rönesans resim sanatı : Rönesansın resim sanatına kazandırdığı en önemli katkı zenginleşen konulardır. Dini tasvirlerin yanında tabiata ait motifler tüm canlılığıyla tuvallere taşınmıştır. Çeşitlenen konular yanında, resim sanatçıları iç dünyalarını, kendi düşlerini özgürce işleme serbestisini Rönesans ile kazanmışlardır. Bu dönemin önemli ressamları olarak Giotto, Leonardo da Vinci, Tiziano, Raphael, Brueghel, Albrecht Dürer, Michelangelo ve Ghiberti sayılabilir.

MANİYERİZM (16.yy)

Toplumsal gerilimler ve sorunlar sanatçıları büyük ölçüde etkilemeye başlar. Bu etki , onların klasik çağın ve rönesansın özelliklerinden giderek uzaklaşmalarına neden olur. Michelangelo'nun sanatının büyük etkisi altında doğan bu yeni tarza "Maniera di Michelangelo" ya da kısaca "Maniyerizm" adı verilir.

Sanatçılar seyredenleri sonsuza çekercesine mekan derinliği kullanmışlardır. Bu derinlik nedeniyle seyredenler figürleri havada duruyormuş zannına kapılırlar. Bu özellikle resime ince ve zarif bir görünüm kazandırır. Rönesansta insan vücuduna verilen önem maniyerizmde önemini yitirir. El Greco bu akımın öncülerindendir.

BAROK SANATI (17.ve18.yy)

Bu üslubun oluşmasında ,İtalyan kilisesinin reforumları ve Otuz Yıl Savaşları karşısında kendini yenileme çabaları temel etkendir.Barok Sanatı Roma'da gelişmiş oradan bütün Avrupa'ya yayılmıştır.Barok resminde sanatında ;insanlarda dini heyecan uyandırmayı amaçlayan çarmıha gerilme, din yolunda öldürülme, göğe yükselme gibi konuların yanısıra mitolojik konularda bulunur.Rönesanstaki denge kavramının ve uyumlu ölçülerin aksine büyük bir hareketlilik göze çarpar. Bu sanat tarzı dinin ve kilisenin egemen sınıf olarak gücünün artmasına yardım eder. Öncüleri Rubens, Rembrand, Bernini'dir.

ROKOKO SANATI

Barok'tan sonra gelişen bir sanattır ve Barok'tan daha şaaşalı mimari eserler verilmiştir. Öncüsü Geinsburg'tur.


XIX. YÜZYIL SONRASI SANAT AKIMLARI


1.NEOKLASİZM

Sanatta yeniden ilkçağ unsurlarının ön plana çıkması anl***** gelir. Bu dönemde, eski Yunan ve Roma tarzı tekrar canlandırılmıştır. Bu akım özellikle Barok Sanatı'nın aşırı süslemeciliğine duyulan bir tepkidir. Neoklasik resim : Yeni tarzın teknik özellikleri, ışığın getirdiği etkilerden uzak, perspektif ve derinlik aramayan, arka plana ağırlık veren -keskinleşen- çizgilerdir. Bu akımın en büyük ustası Jacques Louis David'dir.

2.ROMANTİZM

Romantizm'de sanatçı doğrudan kendisine yönelmiştir. Duyguları, iç dünyası, kendi gücü onun tek kaynağıdır. Bu akımda sanatçının bireysel olarak kendini yorumlaması, kişiliğinin duygusal yanını en iyi biçimde anlatabilmesi onun başarısıdır. Bu akımın en önemli sanatçıları Fransisko Goya, Teodore Gericault, Eugene Delacroix'tir.

3.REALİZM

En önemli özelliği, gerçek olanı, gözle görülüp elle tutulanı tıpkı bir ayna gibi ifade etmesidir. Realist sanatçı Courbert "Ben hiç melek resmi yapmadım, çünkü hiç melek görmedim" demektedir. Realist akımın izleyicileri, bir sanatçının zengin ve görkemli dünyasını tasvir etmek yerine dünya gerçeklerini gözler önüne sermişlerdir. Bu akımın öncüleri Courbert, Corot, Millet ve Honore Daumier'dir.

4.EMPRESYONİZM

İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır. İzledikleri temel kaynak güneştir. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuştur. En önemli temsilcileri Manet, Monet ve Renoir'dir.

5.POST EMPRESYONİZM

Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Bu akımın temsilcileri ışık oyunlarıyla oluşan gelişigüzel kompozisyonları tekrar düzene koyarlar. Van Gogh, Paul Gaugin, Cezanne ve Seruat bu akımın önemli sanatçılarındandır.

6.FOVİZM

19. yy ikinci yarısında sanata bakış açısı tamamen değişmiştir. Artık sanatçının eserine özgürce sahip olma düşüncesi egemen olmaya başlamıştır. Fovizm'de çiğ ve sert renkler kullanılması bu akımın başlıca özelliğidir. Resim elden geldiğince sade ve temiz boyalıdır. Önemli sanatçıları Henri Matisse, Brague ve Derain'dir.

7.KÜBİZM

Fovizm'den kopan sanatçıların oluşturduğu bir akımdır. Üçüncü boyutu tuvalin üzerine perspektif olmadan getirebilmesi temel özelliğidir. Cisimler parçalanır, öne arkaya katlanır, açılır. Pablo Picasso bu akımın en önemli öncüsü olmuştur.

8.FÜTÜRİZM

20. yy başlarında, Kübizm'e tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu akım çok az sayıda ressam tarafından benimsenmiştir. Dış dünyayı bir tarafa bırakarak tamamen iç dünyayı tuvale aktarır. Savaşların, hızlı makineleşmenin insanın iç dünyasını, duygularını nasıl etkilediği bu resimlerde rahatlıkla izlenebilir. Umberto Boccioni bu akımın öncülüğünü yapmıştır.

9.EKSPRESYONİZM

Dışavurumculuk anlamına gelen bu akım empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Ekonomik sorunlar, siyasi karışıklıklar, sosyal dengesizlikler sanatçıları ekspresyonizme doğru itmiştir. Bu akımın en ünlü sanatçısı Edward Munch'tır.

10.SOYUT RESİM SANATI

Non-figüratif, Abstre, Non-objektif gibi isimlerle de bilinir. Doğuş yeri Fransa'dır. Soyut resimde, ışık ve rengi kullanarak kompozisyon oluşturma esası vardır. Sanatçılar iç dünyalarını ya da herhangi bir objeyi tuvale aktarırlar. Jackson Pollock, Joseph Albers soyut resim sanatının önemli sanatçılarındandır.

11.METAFİZİK

Varlığın, en genel prensipleriyle, temelindeki ilk nedenleri araştıran bir disiplin anlayışıdır. Fütürizm'in hareketlilik anlayışına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Resim sanatında hareketliliği reddeder. Sanatçı, akılcılıktan ve mantıktan uzak, tamamen düşlerden oluşan kompozisyonlar oluşturur. Öncüsü Georgia da Chirica olmuştur.

12.DADAİZM

İsmini Fransızca "tahta at" sözcüğünden almıştır. Bu akım sanatçıları alışılagelmiş resim tekniklerini bırakarak gündelik kullanılan kağıt,ağaç gibi eşyaları birbirleri ile birleştirerek ilginç eserler ortaya koymuşlardır. İnsanlığı karamsarlığa, karmaşıklığa, ümitsizliğe iten I. ve II. Dünya şavaşları akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Akım, çocuksu heyecanlarla akılcılığı reddeder. dadaistler için mantık sorularının sorulmadığı anlık duyguları yakalamak önemlidir. Hans Arp ve Marcel Duchamp önemli temsilcilerindendir.

13.SÜRREALİZM

II. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan bu akım gerçeküstücülük olarak ta adlandırılabilir. Sürrealistler, Freud kuramını sanatla birleştiren ve ilk uygulayanlar olmuşlardır. İnsanın bir anlamda anlık ruhsal çelişkileri, karşı çıkmaları ve buna benzer tepkileri sanata yansımış, sonuçta bu akım doğmuştur. En güçlü temsilcisi Salvador Dali'dir.

14.POP ART

II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.



KAYNAKÇA:

Semra Deniz, Selim Aydos, Sanat Tarihi, Ankara 1993

Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983



Kaynak: www.aktifbir.com

2 Aralık 2016 Cuma

VAN GOGH'UN KULAĞININ KESİLMESİ

Van Gogh'un kulağının kesilmesiyle ilgili bir çok hikaye duymuştuk. Hangi olay doğru bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki o da olayla ilgili bütün rivayetlerdeki ortak tek şey Gauguin... Van Gogh'la olan sıkı ilişkilerini bilmeyen yoktur. Bu dostluk resim sanatıyla ilgili tartışmaları üzerine bozulmuştur.




Vincent Van Gogh, 1853 ile 1890 yılları arasında yaşamış dünyaca ünlü bir deha. “Post empresyonizm” denilen Kuralsız İzlenimcilik, bilinen deyişiyle ‘Art İzlenimcilik‘ türündeki eserleriyle bilinen Hollandalı ressam, ölmeden 2 sene yaşadığı bir olaydan bahsedeceğim. Herkesin, hatta Van Gogh‘u tanımayanların dahi bildiği o meşhur kulak kesme mevzuu.

Kendinden 5 yaş büyük ressam Paul Gauguin‘le yakın dost olan Van Gogh, doktorlara göre ‘problemli’ bir insandı. Yaşamı boyunca şizofreniden manik depresyona kadar 30’a yakın teşhis konulan Van Gogh’un sevdiklerine aşırı bağlı olduğu anıları ve mektuplarından açıkça görülmekte. Gauguin’e de aynı bağlılığı gösteren Hollandalı ressam, 1888 senesinde dostuyla şiddetli bir şekilde kavga etti. Söylenenlere göre kavgadan sonra Van Gogh‘un Arles’teki evinden ayrılan Gauguin‘in gidişiyle bir kriz geçiren ressam, sol kulağının bir parçasını kesti ve parçayı sürekli uğradığı geneleve bir emanet gibi bıraktı. Bu olay üzerine 1889’da “Kesik Kulaklı Portre” eserini yaptı.

Bir başka söylentiyse Van Gogh‘un kulağını Gauguin‘in parçaladığı yönünde. Şiddetini artıran kavgada kendini müdafaa etmek için (veyahut sinirden) kılıç çeken Gauguin, Van Gogh’un kulağını yaralar. Van Gogh‘un uğrak yeri olan genelevin önünde yaşanan bu olaydan sonra kulak parçası, yine geneleve bırakılır. Araştırmacıların doğru olduğunu düşündükleri bu hikaye, Van Gogh’un olaydan sonra Gauguin’e yazdığı mektuptaki “…Sen de sessiz, ben de.” ifadesini de anlamlandırıyor.







Kaynak: www.resimbiterken.wordpress.com