Arefe günü bizi almaya gelirler, gelirken saçlar taranmış, jölelenmiş, temiz kıyafetler giyilmiş olur. Ortalıkta bizlere iyi bakamamalarından kalan ağır bir koku vardır. Bize neden tuvalet yapılmaz anlam veremeyiz, sanki esir ortamı gibi şartlar vardır. Daha önceden üzerimiz kimyasal boyalarla boyanmış olur ve bizi karga tulumba arabaya koyarlar ve evlerine götürürler.
Hemen bizi bir yere bağlarlar, çok cömertlerdir önümüze bir kap su koyarlar, evin çocuklarının ısrarından anlarız ki bizi gezdirecekler. Evin babası ipimizi çocuğun eline verir, bizi bir heyecan sarar hem seviniriz gezmek için hem de hafiften kaçma planları yaparız ne de olsa vardır bizim de bir sevdiğimiz, yavuklumuz, çoluk çocuğumuz...
Gezmeye başlarız ama korkarız; bir taraftan arabalar geçer, diğer taraftan her yer taş yığınlarıyla doludur. Buralar bizim meralara hiç benzemez. Ot yığınları vardır ama yemeye korkarız ne de olsa üzerinde "çimlere basmayınız" yazar, acaba basmadan yiyebilirmiyiz diye düşürken birden boğulacak gibi oluruz, bizim amca oğlu keçiden daha inatçı olan evin çocuğu çeker ipimizi durur. gitmek istemeyiz ama boğulmaktan iyidir bu çocuğa ayak uydurmak. Her ne kadar korksak da asillliğimizden taviz vermeyiz, kuyruğumuzu sallaya sallaya gideriz. Az atıştırmalık ot dürüm ile başlarız ardından da etraftaki küçük ağaçların yapraklarından bir tatlı yaparız kendimize, deymeyin keyfimize derken etrafımıza bir sürü çocuk toplanır, yeni yeni çıkan boynuzlarımıza asılırlar, "durun, delikanlı adamın boynuzu el sürülmez." demeye çalışırız ,kaçarız ama nafile, bırakmaz bu çocuklar boynuzumuzu. Aklımıza bir delilik gelir, boynuzlarımızla vuralım deriz çocuklara ama bu sefer de bizim köydeki kınalı gelir aklımıza. Anlatırlar; geçen sene bizim kınalı, bir çocuğa öyle vurmuş da boynuzlarıyla ağır ceza da yargılanmış, idama mahkum edilmiş ve kafasını kesmişler. Bunu da kesme anını gören kınalının eşi anlatmış. Anlayacağınız can korkusundan bırakırız çocuklara vurmayı, az sakin dururuz, karşılık vermeyince bir süre sonra sıkılır çocuklar ve bizle uğraşmayı bırakırlar. Biraz zaman geçer eve doğru yol alırız, yine çeke çeke götürürler bizi, bir de bizlere inatçı derler, asıl bu çocuklar inatçı; "bu kadar sert çekilir mi bu ip be arkadaş..".
Eve döneriz, etrafta bir koşturmaca vardır; evin kadını, erkeği herkes bir yerleri temizler. Bu olaydan gururlanırız, ne misafirperver insanlar biz geldik diye temizlik yapıyorlar, diye düşünürüz. Sağolsunlar yemek de su da verirler. Akşam olur güya misafirizdir, bizi köhne bir yere koyup, üzerimize de kapıyı kilitlerler. Duyduğumuza göre bazı arkadaşları hırızlar alıp götürmüş, bir daha da onlardan haber çıkmamış. Gece yerde yatmanın verdiği sırt ağrısı ile uyandırılırız. Evin genelde büyüğü gelir yanımıza ve elinde yine o ip vardır. Bilemeyiz o an durumu ve Şehzade Mustafa gibi bir cesaretle ayağa kalkıp, ipe doğru gideriz. Yine bizi bağlarlar bir ağaca, kahvaltıda sadece su vardır, buna pek anlam vereeyiz nedense kahvaltılık vermezler, sabah erken olduğundan pek iştahımız da olmaz zaten bizim de.
Buraya kadar her şey fena sayılmaz ama birden bahçede bir koşturmaca başlar, evin kadını adama tepsi gibi bir kaç tane şey verir, çocukları içeri alırlar, bir tane çizmeli bir adam elinde poşetle gelir yanımıza yavaşça. Biraz sever bizi, başımızı okşar; "ne tatlı, sevecen bir adam" demeye kalmaz elindeki poşetten bir şey çıkarmaya başlar, bu sevginin üstüne bana ne getirdi ,diye düşünürüz ister istemez.. Sonra her şey karışır; adamın elinde bir bıçak vardır, bugünlere özel bileyletilmiş gibi parlar bıçak. Tüm bakışlar bize yönelir. Sonra birden üstümüze üşüşürler, ayaklarımızı bağlarlar, yavaş yavaş anlaşılır o ilgi, besleme, misafirperverlik.
Hepimizin sonu ağır cezada yargılanan Kınalı gibi olur, doğuştan cezalandırılmış bir milletiz biz. Sonrası işte insanoğlunun sofrasında parça parça devam eden bir yolculuk olur. Kimisi bunu inançtan yaparmış, kimisi de çoluk çocuğunun gözü dışarda kalmasın diye. Sebep ne olursa olsun bizde de buna karşın bir teslimiyetçi düşünce vardır, dedelerimiz bizlerin yaradılış sebebinin bu olduğunu söylerlerdi. Tabi buna bazımız inanır, bazımız da inanmayarak isyan eder.
FIRAT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder