Bazı insanlar hayatlarında filmlere konu olası ‘bir şeyler’ yaşarlar. Marina Abramovic onlardan birisi değil çünkü ona dair ‘her şey’ inanılması zor, tarifi ve tasviri imkansız. Mükemmel bir fizik, mükemmel bir düşünce yapısı, mükemmel bir sanat anlayışı, mükemmel bir aşk… Ülkemizde yeterince bilinir bir üne sahip olmasa da Marina Abramovic dünyada Performans Sanatının İlahı diye anılıyor. Ben de dilim döndüğünce sizi onun hakkında bilgilendirmek istiyorum. Aslında hayatına ve sanatına dair filmler ve kitaplar mevcut. Benim bugün asıl üzerinde durmak istediğim konu akıllara kazınacak kadar güzel olan sadakati ve aşkı.
1946 yılında Yugoslavya’da doğan Marina, II. Dünya Savaşının etkisinin devam ettiği yıllarda dünyaya geliyor, II. Dünya Savaşı ordusunda yer alan babasının evde de hüküm süren askeri disipliniyle büyüyor. Academy of Fine Art bölümünü Yüksek lisansla tamamlayan sanatçı, eğitiminin hemen ardından solo performanslarına başlıyor.
Marina zaman içerisinde vücut sanatı akımının dünya üzerindeki en önemli temsilcilerinden birisi haline geliyor. Sanatı için vücudunu parçalıyor/parçalatıyor, nefessiz kalıyor, vücudunu buzlar içinde donduruyor hatta kendisini hafıza kaybına uğratıyor. İşine/sanatına duyduğu aşk kesinlikle tartışılamayacak kadar büyük.
Performans sanatına başladığı ilk yıllarda sanatında yoğun bir şekilde Yugoslavya’nın savaş sonrasındaki baskıcı kültürüne karşı oluşturduğu tutumu görmek mümkün. Kendisine dair çekilen belgesellerde sanatının yanı sıra sempatik tavırları ve rahatlığıyla beğenileri üzerine topluyor, gençlere verdiği tavsiyelerle hayran kitlesini arttırıyor.
Gelelim asıl mevzuya...
Ulay ve Marina 1975-1989 yılları arasında çok büyük bir aşk yaşıyor ve birlikte oldukları bu 14 yıl içerisinde birbirinden farklı, sıra dışı ve tehlikeli performansı birlikte yapıyorlar. İkilinin en büyük hayali Çin Seddi’nde bir performans yapabilmek fakat bunu izin problemi sebebi ile uzun bir süre erteliyorlar. En sonunda izin almayı başaran çift gitme hazırlıkları esnasında “ufak” dedikleri bir problemle karşılaşıyor. Marina, Ulay’ın kendisini aldattığını öğreniyor ve dahası aldattığı kadın hamile. Bu durumu olgunlukla karşılayan Marina, hamilelik durumundan dolayı ilişkisini bitirme kararı alıyor. Fakat birbirlerine karşı çok büyük bir aşk besleyen çift hayallerini gerçekleştirmeden ayrılmak istemiyor, Çin Seddi’ne doğru yola çıkıyorlar.
Aldıkları karara göre ilişkilerini ruhani bir yolculukla sonlandırmak isteyen çift, Çin Seddi’nin iki ucundan birbirlerine doğru yaklaşık 6000 km yolu 90 günde yürüyor ve birleştikleri noktada ilişkilerine son vererek kendi yollarına bakıyor, bu ayrılık üzerine bir daha görüşmüyorlar. Ulay diğer kadınla evleniyor, Marina solo performansına dönüyor..
Ta ki.. 21 yıl sonrasına kadar.
2010 yılında Marina Abramoviç New York MoMa (Museum of Modern Art)’da The Artist is Present adında bir Performans gerçekleştiriyor. Bu performansında Marina Kendisi için hazırlanan bir masa ve iki sandalyeden oluşan sahnede bir sandalyede oturarak hiçbir şey yemeden -hatta tuvalete dahi gitmeden- sabahtan akşama kadar toplamda 736 saat sürdürüyor. Performans sırasında karşısındaki sandalyesine isteyen seyirci oturabiliyor ve Marina oturduğu süre boyunca seyircinin gözünün içine bakıyor. Karşılıklı bakışma genellikle seyircinin ağlamasıyla son buluyor.
Ayrılıklarının üzerinden 21 yıl geçmişken, nedeni bilinmez bir şekilde Ulay çıkıp geliyor, oturuyor karşısına Marina’nın. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen başını kaldırdığında karşısında Ulay’ı gören Marina bu sefer göz yaşlarına yenik düşüyor. Marina’yla beraber bütün seyirciler yoğun duygular yaşıyor, pek çoğu ağlıyorlar.
Marina bu bir dakikalık bakışma sırasında ne yaşadı, neler düşündü bilinmez ama Ulay ve Marina’nın tek bir kelime dahi etmeden gözleriyle yaptıkları konuşma, olgunlukları, anlayışları, acıları gözler önüne yansıyor. Belki de insanlık bu performansın sonunda bu hayatta görülebilecek en anlamlı mimikler ve en anlamlı göz iletişimine şahit oluyor.
O günlerde Çin Seddi’nde karşılıklı bir şekilde ayrılığa doğru yürürken ne hissettiler bilinmez ama gerçek bir veda edemedikleri kesindi. Bu kadar büyük bir aşk elbette bir vedayı hak ediyordu ve aşkları muhteşem bir finalle sonlandı.
Onların bu bakışma sırasında yaşadığı yoğun duygular, sözsüz konuşmalar, özürler, göz yaşları orada onlarla beraber duygulanan pek çok insanı ağlattığı gibi beni de ağlatıp hayatımdaki birçok durumu sorgulamaya itmişti. Umarım sizin için de bir dönüm noktası niteliğine gelir. Ne olursa olsun, nasıl biterse bitsin, her aşk gerçek bir finali hak eder.
Kaynak: www.sanatkaravani.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder